Meditasyon yaparken ne düşünüyorduk? : Hikayenin devamını getir

Meditasyon yaparken ne düşünüyorduk? : Hikayenin devamını getir

Dördüncü hikaye oyunundan herkese selamlar! İlk hikayeye başlarken buraya kadar gelebileceğimizden çok da emin olmadığımı itiraf etmeliyim. Çünkü biliyorsunuz genelde böyle şeyler bir anlık hevesle başlar ve zaman geçtikçe heves de kaçar. Ama bu oyunlar sayesinde bunun tam tersinin mümkün olabileceğini de gördük. Zaman geçtikçe katılımda da büyük bir coşma yaşandı. Karantina boyunca aramızda ne cevherler varmış onları da bu vesileyle görüyoruz. Evet, geldik bu haftaki oyunumuza. Bu hafta ufak bir eklemeyle oyunu daha eğlenceli hale getirmeye çalışacağım. O değişikliğe geçmeden önce her zamanki 2 basit kuralı hatırlatıyorum:

1. Yapılan yorumlar 350 kelime ile sınırlı olmalı.
2. Yorumun sonuna instagram hesabı yazılmış olmalı.
(Eğer instagram kullanmıyorsanız melkeontheroad@gmail.com adresine e-posta göndererek kazanmanız halinde size ulaşabileceğim bir e-posta adresi de bildirebilirsiniz.)

Bu haftaki değişikliğimiz ise hikayeye ekleyeceğiniz bazı nesneler. Hikayeye yazacağınız devamda bu nesnelerin kritik bir rolü olmalı. Yani artık nasıl kullanırsınız bilmiyorum ama biz bu nesneleri mutlaka görmeliyiz. O nesneler ise: Damacana ve Terlik. Evet, hikayenin devamını en yaratıcı şekilde getiren üç kişi 50 TL değerinde hediye kitap çeki kazanacak. Bu haftaki hediyelerden biri için kitaplarla ilgili son derece keyifli bir Instagram hesabı olan @cikofeka_bookstagram sponsor oldu. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Katılım için son gün 4 Mayıs. Şimdi gelelim dördüncü hikayemize: Meditasyon Yaparken Ne Düşünüyorduk sizlerle.

Meditasyon yaparken ne düşünüyorduk?

Meditasyon yaparken

Derin nefes al… Derin nefes ver… Nefesine odaklan… Sakince… Huzurla… Kendimi seviyorum… Derin nefes al… Derin nefes ver… Kendimi ve herkesi affediyorum… Derin nefes al… Derin nefes ver… Herkesi olduğu gibi kabul ediyorum… Derin nefes al… Derin nefes ver… Nefesine odaklan… Yapabilirsin…

Gözlerimi açtım çünkü ne kimseyi olduğu gibi kabul edebildiğim vardı ne de sevebildiğim. Halbuki geçen hafta burada gerçekleşen meditasyon atölyesinde böyle anlatmışlardı. Ama ben aksine herkesi bıçaklamak istiyordum. Evet evet, bıçaklamak istiyordum. İçimdeki duyguyu tanımlamaya müsait olan tek ifade buydu. Meditasyon yaparken aklımdan bunu geçiriyordum. Dmitri Shostokovich’in sonsuza kadar dinleyebileceğim 2 numaralı valsi eşliğinde dans ederek insanları bıçakladığımı hayal etmek bana huzur veriyordu. Bir balerin inceliğinde dönüyor, havada bir tüy gibi salınıyordum ve her dönüşüm yanımdaki insanlara bir bıçak darbesi bırakıyordu. Etrafa kanlar fışkırıyor ve ben yüzüme isabet eden her kan damlasında daha büyük bir haz alarak dans etmeye devam ediyordum. Hızımı alamayıp berrak gölün sularına dalıyor, bir balık kıvraklığında yüzüyor, biraz da oradaki insanları bıçaklıyordum. Kan damlacıkları sabırla yayılıyordu tatlı su yüzeyine. Dışarıdan izleyen biri için bir ressamın tuvaline bıraktığı eşsiz bir fırça darbesini andırıyordu bu görüntü. İşte şimdi huzur bulmuştum. Aklımda 2 numaralı vals, elimde bir kahvaltı bıçağı, ağır çekimde hareket eden ben ve ince hareketlerle savurduğum bıçak darbeleri…

Sapyo’nun on dakikadır bana seslendiğini, yanıt vermediğim için de yanıma kadar geldiğini ancak beni dürttüğünde fark edebildim. “Napıyorsun” diye sordu suratında bilge bir ifadeyle. “Yine dehşet verici hayallerinden birini mi kuruyorsun?” Bunu söylerken gülmüştü. Sapyo’nun bir bilge mi yoksa sinir bozucu bir ihtiyar mı olduğunu bu hızlı geçişleri yüzünden çoğu zaman merak etmişimdir. “Evet” dedim, “Sence dehşet verici ama bence değil.” “İnsanlara k0arşı çok öfkelisin Anura. Ama tabiatlarına uygun davrandıkları için onları suçlayamazsın.” Kim demiş? Bence suçlayabilirdim. Tüm canlıları her şey için suçlayabilirdim. Sapyo tüm bunların normal olduğunu söylüyordu. Her canlının doğasına uygun davrandığını ve bunun için suçlanamayacağını iddia ediyordu. Bir insanı insan olduğu için suçlamak bir aslanı geyiği avladığı için suçlamaktan farksızdı ona göre. Sapyo’nun sabrına sahip olmak için Sapyo kadar ihtiyar olmak gerekirdi ama ben bu kadar ihtiyar olmadığım gibi o kadar vaktim de yoktu. Hikayenin devamını getir…


ÖNEMLİ NOT: Yorumunuz önce onaya düşeceği için yaptığınız anda görünmeyecek. Paniğe hiç gerek yok, her şey kontrol altında. Kimse birbirinden kopya çekmesin diye yorumlar biriktikten sonra birkaç gün içinde yayınlayacağım.


Bu arada bloga yeni eklediğim “Kültür & Sanat” kategorisinde misafir yazarlar kabul ettiğimden daha önce bahsetmiş miydim? Kısa hikayelerinizin, film, dizi, kitap ve belgesel tavsiyelerinizin blogda yer almasını isterseniz melkeontheroad@gmail.com adresine kendinizi tanıtan bir mail atabilirsiniz.

Tüm yazılardan, etkinliklerden ve yarışmalardan anında haberdar olmak için görsele tıklayarak haftalık mail bültenine abone olabilirsiniz.

İlgini Çekebilir

Yorum Bırak

E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

53 Yorum

  • Ceylan
    27 Nisan 2020, 22:09

    İnsanları anlayacak, onlara acıyacak vaktim yoktu. Belki yetmiş yasında kabullenirdim onları ama şu an için imkansızdı. Sapyo’nun dediği gibi öfkeliydim. Onları değiştirmek istiyordum ama yapamıyordum. İmkansızın peşinde terliklerle koşmaya çabalıyordum. Olmayacağını bilmek canımı yakıyordu. Nefesimi izliyorum..Gözlerim açık… Gözüm terliklerime takıldı. Hiç onlarla koşmayı denemediğimi düşündüm. Koştuğumu hayal ettim. Takılıp düştüm hayalimde. Köşede duran boş damacanaya çarptım. Sesi boğuk ve öfkeliydi. Söyleyecek sözüm yoktu, haklıydı. Damacanaya hak vermek kolay olmuştu, ya insanlar? Onlara neden acımasızca yaklaşıyordum? Sessizlikte buldum :” Damacanaya ben çarptım. İnsanlarsa ben bulaşmadan bana zarar verebiliyordu. Hatta iyi davransam bile kötülük yapabiliyorlardı. Bazılarının yaşamalarını istemiyor, cansız durmalarını istiyordum. Bir eşya gibi… İşte o zaman benim için saygı duyulması gereken bir nesne olurlardı. Hatta acırdım ölü bedenlerine. Sapyo benden rahatsız oldu ve divanın köşesine oturdu. Onun da bana acıdığını hissediyor, öfke duyuyordum. Anlamasını beklemiyordum beni. En azından acımasaydı. Bana karşı bir hissi olmasaydı. Ya da ben bunu hissetmeseydim keşke. Meditasyona devam dedim içimden. Sapyo yanımdayken rahat değildim. Nefes al.. Nefes ver… Sakin ol.. Nefes al.. Nefes ver… Sakin… “Sakin” dedikçe kendime daha çok sinirleniyordum. Sapyo bir şey mırıldandı. “Tekrar etmelisin, anlamadım.” dedim. “Annen de senin gibiydi” dedi. İlk defa annemden bahsetmiş beni şaşırtmıştı. Nereden geldiğini çözemediğim öfkemin nedeni annemden kalan bir miras olabilirdi. Heyecanlandım ancak belli etmemeye çalıştım. Annem hakkında biraz daha bilgi vermesini diledim içimden. O anlattıkça farkına varacaktım belki de. Bekledim sabırla. O sustu. Terliklerime baktı bir süre sonra. “Annen hep kırmızı tercih ederdi” dedi birden. Mavi, yeşil, sarı değil de hep kırmızı… “Kırmızı terlikleriyle dışarıya öfkeliyim mesajını verirdi sanki” dedi. Bense hep siyah tercih ediyordum. Karanlıkta kaybolmak için… Peki benim öfke mesajım neredeydi? Siyahın içine mi gömüyordum öfkemi? Peki Sapyo gömülü olanı nasıl biliyordu? Gözlerimden… Vahşet dünyam gözlerimde yaşamaya devam ediyordu. Belki bazen onu da cansız hayal ediyordum. Hissediyor hatta korkuyordu belki de…Bekledim.. Annemin nasıl öldüğünü anlatacak mıydı? Damacanayı yerden kaldırdı. “Merak ettiğini sessizlikte bulursun.” dedi ve gitti. Çok yaklaşmıştım bilgiye. Anlatmamasına sinirleniyor, sakinliğine anlam veremiyordum. Hem merak ediyor hem de etmiyordum. Anneme öfkem dinmiyordu. Belki onun anlatacağı hikaye ile son bulacaktı öfkem. Odasında sakladığı kırmızı terliğin kime ait olduğunu öğrenmekten başka bir şey geçmemişti elime. Bir de annemin öfkesi… Sapyo’ya öfkeliydi belki de.. Belki onun yüzünden öldü. Çok canım yandı bunu düşününce. Gözlerime yaşlar geldi. Tuttum kendimi. Bir sonraki cümlelerine kadar beklemeliydim. Annemi öğrenmeliydim. Öfkesini, ölüm nedenini… Sapyo’nun yatağına oturup giydiği, anlam veremediğim kırmızı terliğin hikâyesini öğrenmeden Sapyo’yu siyaha gömmeyeceğime yemin ettim.

    @muditadesign

    CEVAPLA
    • Melke@Ceylan
      7 Mayıs 2020, 15:24

      Merhaba, ne yazıkki hikayeniz 350 kelime kuralına uymadığı için diskalifiye oldu. 🙂 Yine de katıldığınız için teşekkür ederim. 🙂

      CEVAPLA
  • Yalçın Küçükyavuz
    28 Nisan 2020, 01:24

    Yüzümdeki memnuniyetsiz ifade ile uzandığım yerden hızla kalktım. Sapyo’nun yanından hızla uzaklaşıp plajın batı tarafına doğru yöneldim. Aklımda ki tek düşünce az önce gördüğüm hülyayı gerçeğe dönüştürmekti. O ana kadar terliklerimi giymeyi unuttuğumu nasıl fark edememiştim? Ayaklarımın altı alevlerin üzerinde dans edercesine yanmaya başladı. Bu beni daha hızlı yürümeye zorluyordu. Varmak istediğim küçük kulübenin kapısına vardığımda, kapının sol yanında duran eski bir çift parmak arası terlik için bu kadar sevineceğim aklımın ucuna dahi gelmezdi. Yüzümdeki memnuniyetsiz ifade yerini tatlı olduğunu varsaydığım bir tebessüme bıraktı. Kapıyı açtım, içi sübye dolu damacanayı kaptığım gibi kayalıklara doğru koştum. Kayalıkların dibinde gezen, insan tenine zarar verebilecek dişlere sahip balık sürüleri olduğunu rehberimizin bize verdiği klavuzdan biliyordum. Kayaliklara vardığımda özgürlük meşalesini kaldırırcasına elimdeki damacanayı kaldırdım ve tüm sübyeleri mavi dalgalar ile buluşturdum. Aklımda çalan melodi biraz evvel ki hayalimden tanıdıktı. Merakla denize doğru baktım ve beklediğim gibi tüm deniz ebru sanatına nazire yaparcasına rengarenk olmuştu… (@yalcinkyz)

    CEVAPLA
  • MERVE KOÇAK
    28 Nisan 2020, 13:00

    Sapyo bu söylemlerini devam ettirmeyi sürdürürken sinirimle beraber planlarım da artıyordu. Her şeyin doğal olarak öyle olduğunu söylerken iyilik ve kötülük yapmanın irade meselesi olduğunu ve insanın kendisinin seçtiğini göz ardı ediyordu.Bu durumu neden böyle kabul ettiğini anlayamıyordum.Sapyo’yla farklı dönemlerde farklı şeyler yaşıyor olmamız iyilik ve kötülüğü yapma seçeneğimizin olduğunu değiştirmiyordu ama o neden böyle düşünüyordu anlam veremiyordum. Aklıma gelen şeylerden birini gerçekleştirmeye karar vermiştim.Ama önce mahallemizin yaşlı bakkalı Edos amcaya yardım etmeye gitmeliydim.Edos amca çocukları evlendikten sonra ve eşi Samira teyze vefat ettikten sonra daha da yalnızlaşmıştı.Şimdi kendisi bir başına çalışarak zamanını geçirmeye çalışıyordu.Bende onun yanına gidip hem yardım ediyordum hem de yarı zamanlı çalışarak Edos amcanın gönlü olsun diye verebildiği kadar para kazanıyordum.Aynı zamanda müşterilerin istediği siparişleri kasalı bisikletimle evlerine götürüyordum.Bu benim yeni şeyleri keşfetmeme neden oluyordu.Keşfettiğim şeyler tabiki kötülük yapan insanlardı.Yola çıkmıştım ve siparişleri götürmeye başlamıştım.Bir yandan da gittiğim yerlerdeki insanların nasıl kişiler olduğunu anlamaya karar vermiştim.Beşinci siparişi götürüyordum,sipariş edilen eve vardığımda bahçesindeki yolun çamurlu olduğunu anlayamamıştım ve yere basmıştım.Ayakkabılarım çamura batmıştı ve ayaklarımı güçlükle kaldırıyordum.Ev sahibi balkondan bakıyordu ve bana sakın o şekilde apartmana girme diye bağırıyordu.Bana git şimdi ayakkabıları değiştirip gel demişti ama benim diğer siparişleri de zamanında götürmem gerekiyordu ki tüm siparişler bisiklete de sığmıyordu.İnip siz alabilir misiniz diye sorduğumda hayır sen getireceksin diye emir kipiyle karşılaştım ve bu durum beni sinirlendirmişti.Bakkala geri döndüm ve Edos amcaya durumu anlattım oda bana kenarda duran terlikleri vererek şimdilik bunları giyebilirsin dedi ama bu terliklerle iyice çamura batardım.Tekrar aynı yere gidecektim ama planımla beraber.Tekrar gittim ve bahçeyi komple damacana şişesindeki suyu dökerek çamura buladım ve terliklerle merdivenlerde ve apartamanda dolaştım.Sonra aşağı inerek pencereye çamurlu terliklerimden birini atarak oradan uzaklaştım.Terliğimi bilerek orada bırakmıştım şimdi tek terliğimle beraber bisikletimi hızlıca sürüyordum.Karşıma küçük bir çocuğu döven iki genç adam çıktı.Damacana şişesiyle onlara vurabileceğimi düşündüm ama onlar benden büyüktü bunu yapabilmem mümkün değildi.Bende önce çamurlu bir terliği atarak dikkatlerini dağıtıp daha sonra da damacana şişesini yan yatırıp yuvarlayıp onları yere düşürecektim.Planım işe yaramıştı ve bende bıçaksız veya kansız da insanları etrafa savurabileceğimi öğrenerek bundan sonra kötü insanlara karşı buna yönelik planlar yapmaya başlamıştım.Bu da meditasyonda kurduğum bir düşünceydi.(merve.kocakk)

    CEVAPLA
  • Nilüfer
    28 Nisan 2020, 13:29

    Eve döndüm ki ne göreyim, kapının önünde dolu bir damacana. Zile basıp bulamayınca gittiler demek ki. Eve girip ayakkabılardan sonra giydiğim terliklerin rahatlığını yaşadım. Karnım da açıkmıştı. Damacanayı mutfak masasının yanına koydum. Buzdolabında da birşey yoktu. Yalnız yaşamak ne kadar da zor diye düşündüm. İki laf edecek kimsenin olmaması. Sonra içimden ne geliyorsa sanki yakın bir dost gibi damacanaya anlatmaya başladım. Bugün neler yaptım, neler düşündüm, hissettim. Soluksuz, tek nefeste… Sanki üzerimden bir ağırlık kalkmış gibi rahat hissettim kendimi. Ama sonra düşününce insan birkaç onaylama cümlesi de beklemiyor değildi de yani. Ses yok, öyle bakıyor karşıdaki. Sonunda dayanamayıp ayağımdaki terliği çıkarıp damacanaya fırlattım. Konuşmuştu, hem de nasıl. Hem de tüm mutfağa hitap edecek şekilde. Gürül gürül… O da rahatladı galiba. Esas temizlik için birazdan gelecek Aysel abla ne diyecekti bakalım, su basan evi görünce. Hayırlısı…

    CEVAPLA
  • Ahmet Kavlakcı
    28 Nisan 2020, 14:57

    Evet gerçekten vaktim yoktu. Sonra döndüm Sapyo’ya baktım. Sadece keskin bakışlarım ve dudaklarımın yanından süzülen gülümsemem vardı. Sanki Sapyo anlamış gibi bana baktı. Bak Anura başarabilrisin. Şimdi sana vereceğim doğa sevinci ,yaşamın pınarı olan güzelim Şebboyların kokusunu içine çek ,derin bir uykuya dal. Uykuya dalarken ben başaracağım ben başaracağım ben başaracağım de. Unutma sen bir katil değilsin. O bıçakları insanları ,canlıları öldürmek için kullanma eline bir makas al ve doğayı güzelleştirmek için kullan. Kes hemde hiç durmadan kes ama insanları ,diğer canlıları değil.Sadece doğaya zarar veren kurumuş dalları kes, solmuş çiçekleri kes böylece doğa tekrar yeşersin. Hadi nasıl uyuyacağım diye düşünme iç şu şerbeti ve sonsuz güzellik uykusuna yat. Uyuuuuu Uyuuuuu Uyuuuuu
    Anura sessizce bakmaktadır. Elindeki bıçaklar hala sallanmaktadır. Fırsattan istifade eden Şapyo şerbeti Anura’ ya içirir. Anura aniden sendeler ,gözleri kararır içinden bir ses uyu uyu uyuuuu der. Anura başını eğer ve ayakta uyumaya başlar. Günlerce ,haftalarca uyur ama uykusunda halen etrafa saçtığı gülücükleri ve elinde hareketlenen bıçak sesleri yüzünden akan kan izleri vardır. Evet Anura rüyasında halen kesmeye devam etmektedir. Haftalar sonra Anura tekrar uyanır . Kesmek kesmek istiyorum diye bağırır. Yanında bekleyen Sapyo ona tekrara şerbet içirir. Anura tekrar uyur. Aylarca devam eder. Aradan geçen on yıl boyunca hep aynı şeyler meydana gelir. İçirilen şerbet ve uyku, sonra yine Anura kalkar ve kesmek istediğini söyler. Sapyo 10 yıl sonrasında sadece bakar ve artık Anura’nın değişmeyeceğini düşünür. O anda Anura bağırarak ayağa fırlar hayır hayır ben yaşlanana kadar bekleyemem. Ancak yaşlanınca senin aklına uyabilrim ama ben o yaşa gelmeden sen ölürsün Sapyo . artık bırak beni kendi haşlime ben kesmekkkkk ,kan görmek istiyorum. Biliyor musun Sapyo rüyamda senide kestim. Hemde o kadar zevk aldım ki , evet evet bu düşünceler artık bitsin. Sona erdirelim bunu. Tek çare kaldı Sapyo beni bu azaptan ancak sen kurtarabilirsin. Sapyo’ya doğru yürür ve bıçağını sallar.Defalarca sallar.Sapyo’yu salata gibi doğrar ve sonra oturur kanlı elleriyle yavaşça yer. Sonra kalan şerbetin hepsini içer Anura tekrar uykuya dalar. Aradan kaç yıl geçmiştir bilinmez ama Anura tekrar uyandığında saçları ve sakalı uzamış ,bembeyaz olmuştur. Etrafa bakar ve kahkaha atar. Evet evet artık öldürmek istemiyorum. Yaşasın kurtuldum diye bağırır. Yere uzanarak tekrar uykuya dalar.

    CEVAPLA

Yeni Yazılar