İnsan öğrendiklerini anlatır hep. Ne gördüyse ne yaşadıysa, onlardan başka bir şeyi sunamaz karşı tarafa. Hafızası sert bir zırhla örülüdür, içeri girmek isteyen duygu muhakkak yaşanmalıdır. Ve bununla beraber, dünyanın armağan ettikleriyle sınırlı duyguları, toplumun beklentileri karşısında ufalanmış kaya parçacıklarına benzer bazen. O yüzden bütün iyiliklerin ışıltılı görüntülerinin altında gizli bir hesaplaşma vardır hep. Güneş dokunur kalbimize, aydınlanırız ama arkasında kocaman bir gölge de bırakır çekip gitmeden önce. Bir tek gece olunca ruhumuzda, renklerin önemi kalmaz. Onun dışında iyi görünmelidir insan. İyi. Kötünün karşısındaki iyi.
Okul Tıraşı, iyiliğin ölçek olmadan sorgulandığı bir film aslında. Gerçekliğin parlak görüntüsünü çarpıcı biçimde yüzümüze vurmaktan sakınmazken, ruhumuzda olan bitenleri de suyun üzerine çıkarmaktan geri kalmıyor. Yaşadıklarını cümlelerin içerisine sığdıramayan insanın ayak izleriyle dolu, bembeyaz bir görüntü sunuyor bizlere. O kadar beyaz ki, soğuğa ve acıya maruz kalan insana dair tüm bencillikler, yalanlar ve bahanelerle kar örtüsünün arkasına sığınıveriyor. Donmak normal, duygusal fakirlik sıradan, etik yoksulluk gündelik dozda, suç ise her daim sahibini arar vaziyette. Kaskatı bir hayatla baş başa bırakıyor bizleri Okul Tıraşı.
Parasız yatılı öğrenim gören Memo’nun bir sabah çok ağır biçimde hastalanmasıyla başlayan öykü, yakın arkadaşı Yusuf’un ona sahip çıkmasıyla ilerler. Bu sahip çıkmanın perde arkasında saf dostluk yerine, bambaşka hikâyenin barınması, filmin kıymetli katmanlarından yalnızca bir tanesidir. Derdini öğretmenlerine ve okul müdürüne anlatmakta zorlanan Yusuf, arkadaşını hiç yalnız bırakmaz. Sağlık memuru yerine, bir öğrencinin baktığı revirde iyileşmesi için aspirin verilen Memo’nun akıbeti merak konusu olur bu dakikadan sonra. Ve bizler öğretmenlerin ihaleyi birbirine bırakma mücadelesini şaşkınlık içerisinde seyrederiz. Bunlar olup biterken, buzlanma sebebiyle herkesin kaydığı ve düşmemek için zorla tutunduğu revir kapısının girişi ve telefonun tek çektiği noktaya tabureyle ulaşılmasıysa, zekice filme enjekte edilmiş göndermeler olarak ayrıca hafızamızdaki yerlerini alırlar.
Yönetmen koltuğunda oturan Ferit Karahan’ın ışık saçtığını rahatça söyleyebiliriz. Hem yatılı okumuş hem de Doğu’nun kış çilesini çekerek büyümüş birisi olarak senaryonun her noktasına hâkim olduğu tüm sekanslarda belli oluyor. Sinema hilelerine başvurmadan olabilen en sade ve düz şekliyle yorumlamış hikâyeyi. Özellikle dram dozu çok yüksek olan konunun, müzikle ve çocukların masum bakışlarıyla ağlanılası bir dokuya dönüştürülmeden anlatılması çok dürüstçe bence. İzleyici olarak duygularımızın sömürülmesine o kadar alıştık ki, “Yılmaz Güney” sinemasını andıran durum tespitlerine başka bir hayranlıkla bakıyoruz artık. Hayatın acımasızlığı ve diriliği can yakmaya devam ederken, durup düşünmeye, “Ah vah” etmeye zamanı olmayan insanlar sürüsüne dönmüşken, sadece gerçeğin tasvirini cebimize koyacak kadar dürüst olabilmeliyiz bence.
Diğer taraftan “Okul Tıraşı”, samimiyetini çocuklardan alıyor birazda. Yöre çocukları oynamış filmde ve onların gidip gelen duyguları, hikâyenin sadeliğini tamamlıyor. Yine kolayı değil, zor olanı seçmiş Ferit Karahan. “Çocuklar çok masum, öğretmenler çok katı ve işgüzar” dememize müsaade etmeyecek kadar gerçekçi bir tablo ile filmin kendine has temposuna olabildiğince psikolojik açılımlar eklemlemiş. Çok da yerinde olmuş. Zira yalan söylemeyi çok küçük yaşta becerebilen insanoğlunun, herhangi bir kötü olaydan kolayca ellerini yıkayarak sıyrılması doğru olmazdı zaten. Veya çıkarcı, bencil ve otoriteyi sertlikle kurmaya alışkın yetişkinlerin, suçu birbirine atma telaşı dışında, vicdan sahibi olabildikleri kısımları da ustaca görünür kılınmış. Yani hem büyüklere hem de çocuklara fazlasıyla ders var bu okulda.
Ama okul bu işte. Tıpkı tıraşı gibi kurallarla yaşayan, kısa ve net sonuçlarla uyumlu ama çabucak uzayıp da görüntüsünü bozabilen bir yapıya sahip nihayetinde. İklimin sertliği insanların endişeleri ve korkuyla birleşince üşüyorsunuz ekran karşısında. Ve bu üşüme hissi, mecburen söylenmiş ve kendi içinde geçerli bahanesi olan bir yalana bağlı. Yusuf’un annesi ile telefonda konuşamaması, derdini öğretmenlerine anlatamadığı gibi duygularını da annesine aktaramaması iki misli düşünmeye sevk etmeli bizleri. Şapkamızı önümüze koyalım bu filmi seyrederken. Ve baskının, çaresizliğin ve yoz şiddetten güç alan otoritenin insanları nelerle sınadığına şahitlik edelim.
“Okul Tıraşı”’ nın kavgası biraz da haksız, yersiz ve abartılı kullanılan güçle. Şiddet ve korkuyla imtihan edilen insan, istemeden de olsa karşısına öğrendiklerinden fazlasını sunamaz. Yani kötülük bize düşman değil, iyilik kadar yakındır. Keyifli seyirler dilerim.
Bu gönderinin yazarı sevgili Umut Kaygısız’ın tüm kitap ve film incelemelerini buradan ulaşabilirsiniz.
Umut Kaygısız’ı sosyal medyada takip etmek isterseniz linkten sayfasını ziyaret edebilirsiniz. https://instagram.com/umut.kaygisiz.7
Yorum Bırak
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.