Şehir hayatını bırakıp Toroslara yerleşen Adam @seyyahinciftligi | Gezgin Röportajları

Şehir hayatını bırakıp Toroslara yerleşen Adam @seyyahinciftligi | Gezgin Röportajları

Hadi itiraf edelim hepimiz aklımızın bir köşesinde şehir hayatını bırakıp köye yerleşme planları yapıyoruz. Sabah yemyeşil dağlara bakarak uyandığımızı, ahşap evimizin verandasına çıkıp yüzümüzde hafif bir tebessümle gerindiğimizi hayal etmek hepimizi mutlu ediyor. Ama o hayali kalbimizi ısıtan dağlarla bayırlarda yaşamak sandığımız kadar kolay mı acaba? Bu defa daha önceki kamplara biraz daha farklı biriyle sohbet edeceğiz. Çoğumuzun hayalini Çağrı gerçekleştirdi ve şehir hayatını bırakıp Toroslara yerleşti. Hayatını tamamen değiştirdi; kendi evini yaptı, bahçesini biçti ve hayvancılığa başladı. Üstelik burada kendisi gibi yaşamak isteyenleri misafir ederek hayalini kurdukları yaşamın gerekliliklerini daha yakından deneyimlemelerini de sağlıyor. Biz de şimdi hayatı hakkında biraz da olsa bilgi sahibi olacağız. Benzer hayaller kuranlar bu yazıda hayallerini nasıl gerçekleştirebileceklerine dair ilham verici bilgiler de bulabilirler.

 Şehir Hayatını Bırakıp Toroslara Yerleşen Adam Kimdir?

Her röportajda olduğu gibi klasik bir giriş yapalım istiyorum. Bize biraz kendinden bahseder misin? Kimsin, neler yaparsın, nelerden hoşlanırsın? Seninle ilgili bilmemizi istediğin şeyler nelerdir?

Dünya standartlarında akademik kariyer, üst düzey bir memuriyet sonrasında başarılı sayılabilecek ticaret hayatı… Ayrıntılar saymakla bitmez aslında. Maddesi az manası bol bir aileden geldiğimden dolayı çokça madde ve makamın daha tatmin edici olacağı ve daha fazla mutlu edeceği varsayımı ile büyüdüm belki de birçoğumuz gibi. Pahası yüksek maddelerin kıymetsizliği elde edilmeden anlaşılmıyor ne yazık ki…. Ya da çokça büyük kayıplardan sonra….

Bir süredir Toroslarda kendi yaptığın bir dağ evinde yaşıyorsun. Bundan önce şehirde yaşayan, kendi işini yapan biriydin. Ne iş yapıyordun?

Evet, Torosların zirvesi sayılabilecek bir tepesinde şehir elektriğinin ve suyunun olmadığı yerleşim yerlerinden ve sözde medeniyetten epey uzakta bir dağ evi yaptım kendime. Bu evi de tamamen internetten izleyip okuyarak inşa ettim. Öncesinde doktora seviyesinde akademik kariyer, ünvanların ruhu doyuramayacağını anladıktan sonra ömür geçirmeye memuriyet, ruhun kalıplaştırılamayacağını anladıktan sonra ticaret, son olarak gönül doygunluğunun mide doygunluğundan daha önemli olduğunu anlayıp dağların tepesine çobanlığa taşındım.

Tabii biz şimdi bu hikayenin son kısmını biliyoruz. Buraya gelene kadarki kısmından pek haberdar değiliz. Bu serüvendeki kırılma noktası neydi? Yani ne oldu da sen tamam artık yeter ben şehirden kaçıp Toroslarda yaşamaya başlıyorum dedin?

Öncelikle doğaya bitmesi mümkün olmayan bir sevgi ile bağlı olmak gerekiyor bu tipte bir karar alabilmek için. İnanılmaz keyifli, asla standardı olmayan, özendirici, çoğu zaman büyüleyici olmasının yanında çokça zahmetli bir hayat. Fakat şehir hayatının aksine doğa, tüm zahmetlerin rahmetlerini kusursuzca veren vefalı bir ortam. Bu durum uzun yıllardan beri maddesi haddini bilen manası ise tatmin edici en büyük hayalimdi. Tüm bu fırtınalar koparken içimde mesleki olarak devamlı geliştiğimi, madde dünyamın her geçen gün büyüdüğünü zira ömrümün ve gönlümün yaradılış amacından saptığını hissedip örtüyordum üstünü… Her ne kadar düzenli olarak kamplara gidip doğada yaptığım ekstrem sporlarımdan vazgeçmemiş olsam da gönlüm ile ömrümün çeliştiğini hissediyordum. Sonrasında karanlıklarımı aydınlatacak ateşler düşmeye başladı her yerden… Önce babamı, sonra kardeşimi en son ölümü güzelleştiren kadın validemi verdim kara toprağa, daha neler neler… Hemen sonrasında içimin taşları oturmaya başladı hızlı bir şekilde. Çalışmak mühimdi zira yaşamanın önüne geçmemeliydi.

Geçtiğin tüm süreçler aslında yaşanması o kadar da kolay şeyler değiller. Bu olayları teşvik edici birer güç olarak kullanma motivasyonunu nasıl buldun? İnsanlar bahanelerin arkasına sığınırken seni çözüm bulmaya iten şey neydi?

Rahmetli validem ömrü boyunca inancın ne kadar güçlü ve mühim olduğunu gösterdi yaşantısı ile bana. Sağlam bir inancın arkasından gayret ve sabrın da beraber geleceğini gördük hep. Öyle sanıyorum ki en büyük şansım ve sermayem validemdi. Yukarıda karanlıklarımı aydınlatan ateşlerden söz etmiştim. Ateşin kullanım şekline göre üç çeşidi var. Çoğuna ateşi şuraya koysam ne yapar diye sorduğumda yangın çıkartır, zarar verir cevabı gelmekte.. Evet ateş yakabilir. İkinci bir kullanım alanı insanın gönlünü, ömrünü, bakışlarını, tebessümlerini ısıtır.

Üçüncü ve en sevdiğim kullanım alanına gelmeden önce; ilim adamlarına göre gönlümüzün, bilim adamlarına göre ise beyin potansiyelimizin yaklaşık %5 lik kısmını kullanabildiğimizi, kalan kısımların ise karanlık olduğu bilgisini vermem gerekiyor. İşte en sevdiğim kullanım şekli burada devreye giriyor. Ateş yani dertler ve imtihanlar gönlümüzün ve aklımızın karanlık yerlerini aydınlatır. Dert bir anda yol olur yoldaş olur insana. Derdini sever olursun açtığı kapılar hatrına. Sanırım ben yanmak yerine ısınıp karanlıklarımı aydınlatmak için kullandım hep ateşlerimi.

Yaşadığın pek çok şey ilginç ama en ilginç olan kısımlardan biri evini videolar izleyerek öğrenip, kendin yapmış olman. Bunu nasıl becerdin? Bu ne cesaret?

Geçmişin büyük alimlerinden biri der ki: “Allah kuluna vermeyeceği şeyin hayalini kurdurmaz.” Bilim de destekler arkasından hemen; insan beyni öyle bir formasyon ki aklından geçirdiği istisnasız her şeyi başaracak potansiyeli olduğu için aklından geçirebilir diye. Şimdi bir tarafta Allah garantörü bir tarafta bilim garantörü varken adım atmamak korkaklık olurdu… Önce başarılı bir ahşap firmasından fiyat aldım. Arkasından günlerce statik hesaplamaları, kar ve rüzgar mukavemeti hesaplamaları hakkında formüller, yazılar okudum. Sonra internette yüzlercesi olan videolarla eksikliklerimi giderdim. En sonunda inanılmaz hatıralarla dolu ve bolca kusurlu minik bir dağ evim oldu.

Şimdi dağlarda yaşıyorum deyince insanların aklında romantik şeyler beliriyor. Ama bir de işin farklı bir boyutu var. Devamalı çalışmak ve üretmek zorunda olduğun bir yaşamdan bahsediyoruz. Böyle bir şeye nasıl alıştın?

Küçüklüğümde yazları yaylaya çıkardık. Herkes yayladaki atari salonuna giderken ben dedemin bahçe makasını ve sütçü amcanın eşeğini gizli gizli alıp koca böğürtlen ağacının içini oyarak sözde ev yapardım kendime. Haftalar boyunca uğraşır bitince büyük bir hevesle anlatırdım herkese. Duyan malikane inşaa ettim sanırdı. Doğada yaşamak için yapmak zorunda olduğun her şey inanılmaz zahmetli ve yorucu şeyler. En başta ısınma olayı var mesela. Misafirler geldiğinde mis gibi şöminenin karşısında közde çay ve kestaneleri tüketirken ben odunları soba boyutuna göre keserken yaşadıklarımı düşünmekten alamıyorum kendimi. Bunun gibi onlarca zahmeti var. Kışın hayvanların yemi suyu, yoğun kar yağışları, dayanması zor fırtına ve soğuk havalar gibi…. Tam gücüm tükenip pes edecek olduğumda aklıma şehir hayatının iç yoran yorgunlukları geliyor. Tabii ki her defasında dinlenince geçecek yorgunluk tatlı geliyor.

Peki fiziken çalışmanın yanında aynı zamanda  ticari olarak da çalışıyor musun mesela? Ayıptır sorması geçim kaynağın nedir?

Gelelim asıl konuya… Ben eğitim ve mesleki hayatım boyunca edindiğim birikimle en uzak ve en verimsiz yerde pahası düşük bir arazi sahibi oldum. Meyve ağaçları dikiliydi fakat kış ve arazi şartları zor olduğundan ticari olarak tatmin edici değildi kesinlikle. Sonra tahtalardan kümes yapıp küçük miktarda tavuk alıp doğal yumurta üretmeye başladım. Gerçekten doğal olduğu anlaşıldıktan sonra talep artmaya başladı. Sonra internetten araştırarak hurdalıktan aldığım küçük buzdolabından kuluçka makinası yapıp tavuk sayısını artırdım. Sonra üç beş kuzu derken hayvanlar kendi kendine çoğalıp önce gönlümü sonra midemi en sonunda da hayallerimi doyurmaya başladılar. Tüm olmazların, korkuların, teknik imkansızlıkların adım atmayla sona erdiğini gördüm. Şu anda Türkiye’nin her yerine doğal yumurta gönderiyorum.

Senin bir de eğitim hayatın da oldukça dolu dolu geçmiş. Hayatlarını diplomalara sığdırmaya çalışan insanların eğilimleri genelde daha yüksek mevkilerde olayım, daha fazla para kazanayım gibi gelecek kaygılarına saplanmak üzerine oluyor. Senin farklı baktığın pencere neydi?

Aslında yukarıda biraz değinmiştim bu konuya. Bizi kandırmışlar resmen… Çokça kariyer ünvan ve para sahibi olursak çokça mutlu olacağımızı sandık hep. O hayalindeki arabayı, evi alırsan garanti mutluydun artık. Ya da o terfiyi alıp maaşını ikiye katladıktan sonra başka ne isterdin ki hayattan? Arabayı aldık, evi de hallettik borç harç… Ama bir türlü gelmedi o varsaydığımız tatmin ve mutluluk. Neredeyse hepsinde yahu bu da değilmiş deyip bir üst elde edişi hayal ettik. Sükutu hayaller zinciri başlamış oldu. Yaşlılarla muhabbeti çok sevdiğimden çoğunun hayatıyla alakalı pişmanlıklarının özeti şu olmuştur: ÇALIŞMAK İÇİN YAŞAMAK… Kardeşim 32 yaşındaydı, endüstri mühendisiydi. Hatrı sayılır yabancı dili de vardı.

Mezuniyetten sonra iş bulma telaşı ızdırabı, geçim derdi, gelişim derdi derken Türkiye genelinde güzel bir işe sahip oldu. Sabah kahvaltısını yaptık güle oynaya. Muhabbet gırgır şamata. İşe girdiğinin ya bir ya ikinci ayında bizlere küçük hediyeler alır, insaları mutlu etmeye çalışırdı. Sözlüsü vardı birde dünya güzeli. Ceket alıp kargolamış, telefon açtım biraderim sözlün hediye göndermiş diye. Fotoğrafını falan gönderip akşam yemeğini konuşup kapattık muhabbeti. şehir hayatını bırakıp

İki saat sonra iş arkadaşı başımız sağolsun metin olun dedi. Yahu ne metin olmasından bahsediyorsun dedim daha iki saat önce şakalaştık. Hem 32 yaşındaki adam ölür mü hiç böyle şakamı olur diye sordum. Ertesi gün Aslan gibi adamı toprağa kendi ellerimle indirdim. Kalbi dayanamamış dünyaya kriz geçirmiş… İşte pencerem bu benim. Her an ölebileceğimi, planlarımda hiç yokken kalbimin duracağını aklımdan ve gönlümden çıkarmıyorum. Bu da biraz cesur yapıyor insanı. İki dakikamızın bile garantisi yokken olduğun yerde hayal kurup adım atmamak, potansiyelimizi düşündüğümde pek akıl kârı gelmiyor.

Peki Toroslarda günlerin nasıl geçiyor? Genelde neler yapıyorsun? Sıkıntıyla başa çıkma yöntemin nedir?

Burada onca yorgunluğa rağmen en fazla 4 saat uyuyabiliyorsun zaten. Üstün leş gibi gübre kokuyor, duşa giriyorsun geçiyor. Günde 15 saat kesintisiz çalışmak zorunda olduğun günler oluyor. Ertesi sabaha dinlenmiş dinç bir şekilde uyanıyorsun. Hayalim ve duam şu şekildeydi: “Kirlenmek varsa nasipte dışımız kirlensin ki yıkanınca geçsin. Yorulmak varsa nasipte gönlüme dokunma, bedenim yorulsun ki dinlenince geçsin” Günler inanılmaz yoğun geçiyor. Her gün başka bir macera… İlk çıktığımda 16 gün mahsur kalmıştım yoğun kar yağışından dolayı dağın tepesinde mesela. Yani sabah çıkıyorum evden hava kararıncaya kadar vakit nasıl geçti bilmiyorum. Sonra akşam oluyor kitaplarıma kavuşuyorum. 20 yıla yakındır televizyon yok hayatımda. Genelde akşamları kitabın başında uyuyakalıyorum günü güzel bitirmeye…

Instagram paylaşımlarında görüyorum mutlu; şiir ve müzik dinleyen tavuklarım var diye belirtiyorsun özellikle. Gerçekten tavuk dostlara şiir okuyor musun, çok merak ettim?

İlk başlarda kamp sandalyemi yanlarına koyup şiirler, kitaplar okuyordum sesli sesli. Sonra ayaklarıma ellerime ve ulaşabildikleri tüm uzuvlarımı gagalamaya başlayınca yeterli bir ses sistemi bulup bu şekilde müzik ve şiir dinletmeye başladım. Herkes çok edebi çiftliğimde.

Şehirden uzak bir yerdesin. Şehir hayatını bırakıp gittin. Şehir kalabalığı yok belki ama şehrin kolaylıkları da yok. Zorlandığın şeyler oluyor mu? Veya zorlandığında kendini nasıl telkin ediyorsun? Hiç vazgeçip şehre dönesin geliyor mu?

Bu yaşıma kadar şehirin kaosundan kurtulmaya kirinden arınmaya çalıştım. Evet gözümden, gönlümden yaşlar gelecek kadar zorlandığım çaresiz kaldığım onlarca şey geldi başıma. Ama doğayı tanırsan her zaman bir çıkış yolu vardır. Manevi ve teknik kuralları var burada yaşamanın. Tavuklar ilk geldiğinde nesli tükenmiş olarak bilindiğini duyduğum Ak Kartal sürüye saldırdı. Normalde kolumu sokan akrebi bile öldürmeden ormana bırakmıştım ama nedense o anda tüfeği kaptığım gibi kümese doğru koşmaya başladım. Böyle bir hız ve hırs olamaz. Mermiyle dolduracaktım içini falan yolda bunları düşünüyorum. Kümese ulaştım, nişan aldığımda kocaman ve büyüleyici kanatları olan muazzam güzellikte bir hayvan gördüm. Hayvan tüm asaletiyle kafasını bana çevirip “Hayırdır birader, hem mekanımıza oba kuruyorsun hem bir tane tavuğu esirgiyorsun.” dercesine baktı suratıma. Sonra aynı asaletle havalanıp gitti…

Halen 15 günde bir tavuk alıp götürür ben de dürbünü alıp canlı canlı National Wild izlerim mis gibi. Doğanın parçası olmak böyle birşey. Karşılıklı fedakarlıklar gerektiriyor. Şehre dönesim hiç gelmedi 3 senedir zira canım şehir faaliyetleri çektiğinde 1 saatte ulaşıp özlem giderebiliyorum. Dağ yaşamak için, şehirler ise gezmelik oldu artık.

Bana anlattığın bir hikaye vardı. Bir inek dostumuzun kuyruğunu sallayarak üstüne başına hiç unutmayacağın bir hediye bulaştırmasıyla alakalı. Sen şöyle ifade etmiştin bu durumu “Hayatımda yıkanınca temizlenebilen kirler olsun diye dua ediyorum.” Hayat akarken farkında olmadan üzerimize yapışan ve yıkanmakla çıkmayan türlü kir var gerçekten. Bunlardan arınmanın yolu nedir sence?

Evet az önce de bahsetmiştik. Geçenlerde ahırdaki gübreyi temizliyorum. Mübarek hayvanın mabadı hiç durmuyor. Ben de devamlı temizliyorum rahat etsinler diye. Kuyruğu sallamasıyla yüzüme doğal bakım kürü uyguladı resmen. Oturup güldüm halime bir süre boyunca. Kirler insana ya da insan olmaya çalışana ızdırap verir. Izdırap da gerilimle birlikte adım atma değişme, temizlenme isteğini tetikler. En nihayetinde aklını ve gönlünü kullanma çabasındaki insana her türlü kir, dert, imtihan güzel kapılar açar yollar gösterir. Tabii isteyene…

İnsan tabiatı itibariyle hep “öyle zannettiği” şeylerin peşinde koşuyor. Parayla mutlu olacağını sandığı için paranın peşinde koşuyor. Lüksle mutlu olacağını sandığı için lükse özeniyor. Mevki sahibi olduğunda önemli biri olacağını sandığı için mevki için kendini heba ediyor. Bazıları ne istediğini ya da en azından ne istemediğini biliyor. Sen bunun farkında mısın? Ne için yaşıyorsun?

Ben kendimi bildim bileli çok ve bilinçli çalıştığım için onlarca olmaz ve yokluğun içinde gizlenen bolluğu keşfettim. Bilinenin aksine çokluğun lezzetli olmadığını anladım. Ben azlıkta büyüdüm sayılır. O günleri özletti bana çokluğun elde edişleri ve tatminsizliği. Şimdiyse kontrollü azlık yaşatıyorum kendime. Küçücük şeylerden mutlu oluyorum. Dünyanın birçok yerini çalışarak gezdim, dolaştım. Kendi imkansızlıklarımla, zaman geçti ticaret hayatımda lüksü de yaşadım. Ama geçenlerde bitirdiğim ahşap terasta içilen çay, dostla edilen muhabbet gibisini tatmadım hiçbirinde. Ürtmek diyorum sadece. Ben kendimi buldum burada. Hisler üretiyorum, muhabbet üretiyorum, sonra doğal sağlıklı şeyler üretip insanlığa faydalı olmaya çalışıyorum kendimce. Ben tek başıma ne yapabilirim ki dünya ve insanlık için demiyorum. Elimden geleni yapıyor sonra kaderin getirdikleriyle mutlu olmaya çalışıyorum.

Hani herkesin kafasında hep bir hayal vardır ya, “Alayım başımı, dağlara, yaylalara gideyim. Şehir hayatını bırakıp köye yerleşeyim” derler. Hep şehir hayatını bırakıp bir köye yerleşme hayalleri kurarlar. Böyle hayalleri olan arkadaşlarımıza ne söylemek istersin?

Benim küçük de olsa birikimim olduğu için arazi satın alarak böyle bir girişimde bulundum. Genelde insanların olmazlarının en başında maddi imkansızlıklar geliyor. Önce kendi kendimizi kandırmayacağız. İnsanlar ziyaretime geldiklerinde ne güzel bir hayatın var keşke imkanımız olsa biz de yaşasak diyorlar. Ama akşam çayı demledikleri odunları kırmaya on dakika dayanamıyorlar. Önce denesinler diyorum ben. Çiftliklere gidip gerekirse ücretsiz çalışsınlar yıllık izinlerinin 3 gününde. Bu ilk adım olabilir. Ben öyle yaptım en azından. Maddi imkan olmadan da vesile oldum birçok arkadaşıma. Devlet arazilerini ömürlük çok küçük meblalara kiralayıp hayvancılık ve diğer çeşitli tarım kalemleri için hibeler alınabilir. En nihayetinde gerçekten yapmak isteyen bir şekilde yolunu bulur. Unutmayın adım atmadan her şeyin ne kadar yapılabilir olduğunu anlayamayız.

Misafirlerin oluyor mu? Mesela bir gün gelip seni ziyaret edebilir miyiz? Ya da seni ziyaret etmek için ne yapmamız lazım?

Elbette ziyaretçilerimiz eksik olmuyor. Dostlar dağın tepesinde de olsanız yalnız bırakmıyorlar. Bunun dışında merak edip gelenler de oluyor tabi. Gelmek, görmek hatta deneyimlemek isteyen arkadaşlarımız olursa elden geldiğince destek olup yardımcı oluyoruz. Buraya gelip bu hayatı deneyimlemeleri mümkün.

Seni nerelerden takip edebiliriz?

İki farklı instagram hesabım var ve ikisi de açık hesaplar. Çiftlik ve hayvanlarla ilgili gelişmeleri @seyyahinciftligi hesabından, dağ evi ve kişisel maceralarımı da @cagrica hesabımdan takip edebilirsiniz.

Çağrı’nın Sosyal Medya Hesapları

Instagram: https://instagram.com/seyyahinciftligi

Instagram: https://www.instagram.com/cagrica/


Güncel paylaşımlardan, seyahatlerden ve etkinliklerden anında haberdar olmak için beni Instagramdan takip etmeyi unutmayın! https://instagram.com/melkeontheroad

İlgini Çekebilir

Yorum Bırak

E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

Yeni Yazılar