2011 yılında en yakın arkadaşlarımdan biri olan Ahmet’le şu an hatırlayamadığım bir sebepten ötürü gaza gelip italya’da gönüllü çalışma yapmak için bir ekolojik çiftliğe gitmiştik. İkimizin de ilk yurt dışı deneyimi olacaktı ve aşırı heyecanlıydık. Bu yazıyı yazıyorum çünkü ilk yurt dışı deneyimimde aslında ne kadar beceriksiz olduğumu göstermek istiyorum.
İlk sırt çantamı bu seyahat için Eminönü’nden aldığımı hatırlıyorum. Hayatımın en büyük salaklıklarından birini yaptığımı aradan seneler geçince anca anlayabildim tabii. Çantamı oradan almam yetmezmiş gibi bir de yola çıkarken 70 litrelik çantanın içine ne varsa doldurdum. Çantadan anlamıyorum, çanta yerleştirmeyi bilmiyorum, malzeme seçmekten bir haberim. Hal böyle olunca o çantayla yaşadığım sefaleti anlatsam roman olacak kadar ızdırap çektim. İtalya sokaklarında kendimden daha büyük ve ağır çantayı taşırken artık göğüs kafesim parçalanacak herhalde dediğim anlar bile oldu. Kabus gibi! “Yea çanta seçmenin ne önemi var ki?” diyenler bir kez daha düşünün.
Bir de gezi boyunca çektiğim fotoğrafları görseniz -ki az sonra göreceksiniz- oturup ağlarsınız. Ne estetik bir kaygı, ne başka bir şey. Bulanık mı dersin, yamuk mu dersin, ne ararsan var. Ne çektiysek fotoğrafçılık sanatına tepki olsun diye çekmişiz.
Ha bir de şimdi yok İran‘da günlük 7 Lira’ya gezdim, Hindistan‘da 10 Lira’ya gezdim diye caka satıyorum ama o zamanlar 5 günde 1.000 Euro’ya yakın para harcamıştım! Belki daha fazladır Allah affetsin. Şimdi bana kaybolan günlerimi verseler hemen gider aldığım hediyelikleri iade eder, eurolarımı geri alırım.
Neyse ne diyorduk?
Biz Ahmet’le birlikte bir ekolojik çiftliğe gönüllü olarak çalışmak üzere İtalya’ya gittik. Milano’da uçaktan indikten sonra trenle Piacenza’ya geldik.
Gittiğimiz çiftlik Milano’dan yaklaşık 2 saat uzaklıktaki Piacenza şehrine bağlı Bobbio isminde ufak bir kasabadaydı. Çiftlik de Bobbio kasabasının merkezinden arabayla yaklaşık yirmi dakika süren bir dağın tepesindeydi. Zaten dağdaki son yerleşim yeri de bu çiftlikti.
Çiftlik şöyle bir yerdi:
Burada yaklaşık 20 gün boyunca kaldık ve çeşitli işler yaptık.
Kaldığımız yer böyle bir yerdi:
Yerdeki yatakların üzerine uyku tulumlarımızı serip yatıyorduk.
20 gün boyunca değişik işler yaptık dedim. Mesela domates topladık.
Odun kestik.
Çalıştığımız yerin sahibi bitkisel tedaviler üzerine uzmanlaşmış bir doktordu. O yüzden ilaç ve yağ yapımında kullanılmak üzere otlar yolduk.
Daha çok ot yolduk.
Topladığımız domateslerle, başka çeşit çeşit meyvelerle reçel ve salça yaptık.
Burada bir sebepten elimde gitar var. Sanırım o zamanlar henüz kabiliyetsizliğim konusunda ikna olmamıştım.
Her sabah 6’da çiftlikteki koyunlara yemeklerini verip dağlarda otlamaları için kapılarını açıyorduk. İki tane dünya tatlısı yavru kuzu vardı. Anneleri onlara süt vermediği için elimizde biberonla yanlarına gidiyorduk. Koşa koşa gelip süt emiyorlardı.
Her gün ördeklere de yem, su veriyorduk. Bulundukları alanı temizliyorduk.
Bu arada çiftlikte bizden başka Rusya’dan, Kore’den, Japonya’dan, Çek Cumhuriyetinden, Almanya’dan, Fransa’dan, İtalya’dan gelen 15-20 kişi daha vardı.
Artık çalışmamız bitmek üzereyken dediler ki herkes kendi yöresine ait bir yemek yapsın. Biz de gaza geldik. Çiğ köfte yapacağız. Ama bir problem var; bulgur yok.
Alışverişi yapacak çiftliğin sahiplerine bulguru anlattık. Bulamamışlar. Ona yakın olduğunu söyledikleri bir şey getirdiler. Mercimek-kuskus-bulgur benzeri bir şey. Bundan çiğ köfte olmaz dedim. Bir kere bu suyu çekmez. Çünkü çok anladığım için… Ben o dönemler geçimimi sıra gecelerinde çiğ köfte yoğurarak sağlıyordum, oradan biliyorum. Ahmet de üzüldü ben öyle deyince. Olur diye inat etti. Biraz anlatmaya çalıştım. Gogıldan tarifleri açtım, gösterdim, bunun dedim suyu çekmesi lazım, büyümesi lazım. Ahmet de inat etti kaynatırız o zaman haşlarız önce falan dedi. O zaman gel kısır gibi bir şey yapalım dedim. Kabul etmedi. Neyse biz adını bile bilmediğimiz bir tahıldan çiğ köfte olurdu olmazdı derken kavga ettik. Mutfağı terk ettik falan. Baya ciddiyiz yani.
Sonra herhalde Ahmet benim katır inadımı ve dolayısıyla ortaya çıkan denyoluğumu alttan alarak konuşmaya geldi. Ahmet akıllı çocuk tabii. (Şimdi doktor çıktı.) Nihayetinde biz geri zekalı mıyız insan bulgur yüzünden kavga mı eder dedik barıştık.
Zaten yaptığımız şeyin tadı da aşırı kötü oldu. Biz hariç herkes yedi.
Çiftlikte çalışmamız bittikten sonra birkaç gün de İtalya’yı gezdik.
Çiftlikten çıktıktan sonra otelde kaldığımız ilk gece odaya geldik. Kendi yatağımdaki yastığı bir kaldırdım altından bu çıktı.
Ahmet’e bir yandan “Gitsin bu!” diye çığırırken bir yandan da “ÖLDÜRME HAYVANI” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sonra böcek kaçıp deliğine girdi. Biz de deliği Ahmet’in sigara paketinden kopardığımız bir parçayla kapattık.
Tabii sonraki günlerde gezerken bol bol fotoğraf da çektik.
Ama fotoğraflarımızın hepsi bulanık. Aslında bulanık olmasa acayip stratejik noktalarda fotoğraflarımız var.
Bulanık olmayanlarda da elimde sürekli nereden geldiğini bilmediğim poşetler var.
Neyse ki bir yerden sonra artık hangimiz fark ettik bilmiyorum ama poşeti saklamayı akıl edebilmişim.
Zaten o zaman kameram 3 mega piksel falan. Bir de poşetle iyice sınırları zorluyorum.
Bu arada 2011 yılında İtalya sokaklarını arşınlarken giydiğim terliklerim 2017 yılında Hindistan’dayken de yanımdaydı. Artık nasıl bir terlikse Ajda Pekkan gibi yıllara meydan okudu. Çok eskiyince Hindistan’dan yenisini aldım.
Türkiye’ye döndükten 2-3 ay sonra ben Noel için çiftliğe tekrar gittim. Aylardan aralıktı.
Gittiğimde hava soğuktu ama bir hava muhalefeti de yoktu. Bir 15 gün falan kaldım.
Tam gideceğim günün sabahı bir uyandım her yer kar. Beni bir mutluluk aldı. O zamanlar öğrenciyim, yeşil pasaportum olduğu için vize derdim de yok. Aha dedim şimdi yollar kapanmıştır ben kafadan bir 10-15 gün daha buradayım. Çünkü dağın tepesindeyiz. Yolu açmaları nereden baksan bir hafta sürer.
Yarım saat sonra biz kahvaltı ederken kar küreme aracı geldi ve yolun tamamı açıktı. Benim de gitmeme bir engel kalmamış oldu. Bu da uçağımı kaçırmadığım için üzüldüğüm nadir anlardan biri olarak kayıtlara geçti. İtalya belediyesi, kırdın beni gaddemit.
Bu da böyle bir anımdı, sizinle paylaşmak istedim.
Güncel paylaşımlardan, seyahatlerden ve etkinliklerden anında haberdar olmak için beni Instagramdan takip etmeyi unutmayın! https://instagram.com/melkeontheroad
10 Yorum
Kıreyzi Özkan
10 Ocak 2018, 12:25Canımı köfte çektirdin he melke 😄
CEVAPLAMelke@Kıreyzi Özkan
10 Ocak 2018, 14:41Kolaymış canım. Memlekette çiğ köfteden bol ne var 😂
CEVAPLAMustafa Dedemli
10 Ocak 2018, 21:12O poşetleri bir kenara koyup fotoğrafları öyle çekinseydin iyiydi.😊😊 Güzel bir anı olmuş teşekkür ederiz.
CEVAPLAMelke@Mustafa Dedemli
11 Ocak 2018, 00:54Hiç sorma. Nasıl akıl edememişim hayret edilesi. Hayır ben akıl edemedim, fotoğrafı çeken de hiç dememiş… 🙂 Anı oldu, gülmüş olduk. 🙂
CEVAPLAVan gezilecek yerler
26 Ocak 2018, 22:34İtalya’da poşetsiz dolasilmaz ya :))
CEVAPLAArpa Boyu Yol
26 Şubat 2019, 12:32Haahha kendi İtalya fotoğraflarımı hatırladım. Bir fotoğrafımı çeker misiniz diye gülümsediğim tüm bilirkişi görünümlü çekik gözlüler bi beni kadraja yerleştirmeyi başaramamıştı 🙁
Esas konuya gelirsek, gönüllülük candır, hele ki yemek pişiren gönüllüler de varsa! Gelecek Kasım ayında seni zeytin toplama düellosuna davet edebilirim 😉
CEVAPLAMelke@Arpa Boyu Yol
26 Şubat 2019, 13:25Kamerayı titreten tüm kardeşlerimizi selamlıyoruz bu vesileyle. 🙂 Eğer Kasım’da buralarda olursam bu meydan okumayı kabul edebilirim. 😀
CEVAPLAHakan Özbek
13 Mart 2020, 15:20Elinize sağlık.
CEVAPLAMelke@Hakan Özbek
15 Mart 2020, 14:06Teşekkürler 🙂
CEVAPLA