Günlük koşuşturmalar, iş stresi, geçim derdi ve daha niceleri, bizleri neredeyse tek tip bir kıyafete sokup aynı koca pencereden bakmaya zorluyor. Doğru ve yanlışı toplum adına belirleyen kurallar, birbirinin kopyası bireyler üreten kurumlar ya da dışına çıkmadığımız sürece kabul gördüğümüz kalıplar nedeniyle ya tam da bizden beklendiği şekilde düşünüyor ya da gerekmedikçe çok fazla düşünmüyoruz.
DEVAMI...Yıllar sonra ağlar insan şemsiyesiz yakalanınca yağmura, bir yaz günü. Simidini yarım bırakınca bir hastane koridorunda, davul gibi olmuş ayakları terliğine sığmazken veya buruk bir yalnızlık sigarası tüttürürken, aralık duran pencere başında. Ve bir de kendine çay demlemekten üşenip karanlıkta otururken bir başına… Mendile ihtiyaç duymaz, yüzünü yıkayabilsin veya sular kesikse uyusun yeter. Yarın ağlamayacak
DEVAMI...“Hayat en iyi şekilde nasıl yaşanır?” Ünlü Yunanlı filozof Epikuros uzun yıllar bu sorunun cevabını aramış. En sonunda şu cevabı bulmuş: “Hazla dolu bir yaşam” en iyi yaşamdır. Peki mutlu, hazla dolu bir yaşam nedir? Hayatımızı nasıl hazla dolu yaşayabiliriz? Platon Birgün Kolunda Bir Ornitorenkle Bir Bara Girer gibi çok satan kitaplar dahil yirmi beş kitabın
DEVAMI...Kısa, düz cümlelerle yakalanan tempolu anlatımlara biraz da sürükleyici konu eklendiği zaman, bugünün en çok tercih edilen kitapları çıkıyor karşımıza. Kolay sonuca ulaşılması, okurken anlatılanları görselleştirmek için hayal gücüne az başvurulması ve neredeyse hiç düşünme gayreti talep edilmemesi, her şeyin pratikleşmiş biçimine gönül vermiş günümüz insanın en ideal bulduğu kitap biçimi sanırım. Sessiz kalamıyorum buna.
DEVAMI...ANTON PAVLOVİÇ ÇEHOV Kimse bilmiyordu nedenlerini. Güzelim saatini yanında taşımayışını, eve dönüş yolunu bilerek uzatıp aynı sokaktan iki defa geçişini, her karışını ezberlediği toprağı sıcacık yatağından daha fazla sevmesini, dört bir yana serpiştirilmiş yıldızlardansa tam tepesinde duran ayı uzun uzun seyretmeyi yeğleyişini ve bir de sözlerden ziyade duymadığı cümleleri yaratan kalbine olan sadakatini. İşin doğrusu,
DEVAMI...Onu son gördüğümde, önünde harita metot defter, mutluluğun resmini çizdiğini iddia ediyordu. Abidin Dino’ya ve Nazım Hikmet’e olan hayranlığı su götürmez bir gerçekti ya, illa ki ispatlayacaktı bunu. Geri çekildi resimle beni baş başa bırakıp. Eğildim, gözlerimi derhal yapıştırdım deftere. Kenarlarını belirlemediği bir denizin ortasına bıraktığı gülümseyen iki kocaman yüzdü karşımdaki. “Ne yapıyorlar? Yüzüyorlar mı?
DEVAMI...“Kırk günlük bir plan yaptım. Neden kırk, basit. Kendime bitti diye kırk gün üst üste söylersem ikna olurum bittiğine, inanırım, kabullenirim dedim. Ayrıca, bu O’ndan sonra yeniden doğmak demek, eh, lohusalık dediğin de kırk gün sürer, kırkıncı gün Yeni Ben’in kırkı çıkmış olur, kırk birinci gün her şey bambaşka olur, güneş başka doğar, rüzgâr başka
DEVAMI...Nedir bu dudaklarımın hafifliği? Üstelik görkemli gökyüzüne karşı, başımı yukarı doğru kaldırmışken. Ne bulutları seçebiliyorum doğru dürüst, ne de maviliği. Yağmur sesiyle uyandığım bir sabah, koşup pencereye bakmak ve acilen dudaklarımı ıslatmaktan daha büyük bir dileğim olamazdı ki. Birazdan karnı aç bir kuşun çığlığıyla dolabilir kulaklarım veya neden kapısının önünden geçtiğimi sorgulayan bir sokak köpeğinin
DEVAMI...