Dışarı Çıkma Evde Kal : Hikayenin devamını getir

Üçüncü hikayeye hoş geldiniz! Önceki hikayeye buradan ulaşabilirsiniz. Karantina günlerinde sıkılan, iki günlük sokağa çıkma yasağı boyunca evde ne yapacağını bilemeyen herkes toplaşsın! Hep birlikte hikaye oyunu oynuyoruz. Oyunun tek bir kuralı var: Yapacağınız yorumlar 350 kelime ile sınırlı olmalı. Yorumunuzu bir word dosyasında ya da Google’da kontrol ederek kaç kelime olduğunu kolayca öğrenebilirsiniz. Yorumların sonuna Instagram hesabınızı yazmayı lütfen unutmayın. Hikayenin devamını en yaratıcı şekilde getiren üç kişi 50 TL değerinde hediye kitap çeki kazanacak. Eğer hikayeyi paylaştıktan sonra hediye sponsorları bulabilirsek daha fazla arkadaşımıza hediye verebiliriz. Üçüncü hikayemiz Dışarı Çıkma Evde Kal sizlerle!
Dışarı Çıkma Evde Kal
Arkama dönüp baktığımda hiçbir şey göremedim. Oysa az evvel bir taşa takılıp düştüğüme yemin edebilirim. Düz bir yolda yürürken düşmüş olmayı kendime yediremediğim için zihnim bana bir oyun oynuyor olabilir mi? Belki de. Ona da tam olarak güvenemeyeceğimi bilecek yaştayım. Zaman zaman zihnimde canlanan olayların beni yanılttığını fark ediyorum. Bunu nereden bildiğimi soracaksınız öyle değil mi? Şaşıracaksınız ama son birkaç aydır kendimi devamlı kontrol ederek yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bunu yapmaya özellikle Mani’den ayrıldıktan sonra başladım. Ayrılmamıza neden olan hadise neydi hatırlamıyorum. Sanırım yine basit bir yanlış anlaşılma yüzünden tartışmıştık. Birbirimizi yanlış anladığımızda ikimiz de bambaşka karakterlere bürünüyoruz.

Bunu kavgalarımızın, hayal ettiğimiz kavgalardan daha farklı yaşanmasına bağlıyorum ben. Kavga ederken hışımla gelip bana sarılmasını ve beni çok sevdiğini söylemesini beklediğim bir sırada canımı sıkacak bir şey söylüyor örneğin. Ve bu bende müthiş bir hayal kırıklığı yaratıyor. Ona sarılmaya niyetlenmişken birden bire hırçınlaşıyorum. Belki o da benim her şeyi geride bırakıp pizza yemeye gitmeyi teklif etmemi bekliyordur, kim bilir?
En son kavgamızda ne olduğunu hatırlamıyorum. Ama elbette tümüyle unutmuş da değilim. Hatırımda kalan bazı şeyler var. Örneğin bana söylediği kırıcı şeyleri ve bunları söylerkenki bakışlarını hala hatırlıyorum. Hatırladığım şeylerin bunlarla sınırlı olması da beni müthiş derecede sinirlendirerek kavgayı onun çıkardığına ve haksız olanın o olduğuna dair inancımı körüklüyor. Geçtiğimiz gün bunu düşünerek çok sinirlendiğim bir esnada tam olarak ne olduğunu öğrenmek için o gün yazdığım günlüğümü çıkarmıştım. Günlüğü elime aldığımda Mani’yi aramamamı destekleyecek kanıtlar bulmayı ummuştum. Öyle ya, bana bunca hakareti eden, egomu kasten inciten ve kavga çıkaran birini neden arayacaktım ki?

Fakat günlüğüm beni yanıltmıştı. Kavgayı çıkaran o değildi. İşin ilginci kavgayı çıkaran ben de değildim. Ama ufak bir yanlış anlaşılma büyüyüp bu noktaya kadar gelmişti. O an, kavga ettiğimiz günü her düşündüğümde içimde büyüyen öfke birden bire yok olmuştu. Bana söylediği şeyleri düşünerek büyüttüğüm kin, benim ona söylediğim ağıza alınmayacak şeyleri okumamla birlikte yerini pişmanlığa bırakmıştı. Mani’nin yanına gitmek istemiştim fakat dışarıya çıkma yasağı tam olarak o gün başlamıştı.
Ben az önce düştüğüm yerde oturmuş bunları düşünürken arkamdan bir sesin bana doğru yaklaştığını işittim: “İyi misiniz? Bir şeyiniz yoktur umarım?” Dönüp baktığımda genç adam bana elini uzattı. Uzaktan gelen siren seslerini duyduğumuzda irkilerek birbirimize baktık. Adam “Hadi kalkın” dedi. “Şu karşı binaya gitmenize yardım etmeme izin verin, geliyorlar. Biliyorsunuz, bizi görmemeliler.” Hikayenin devamını getir…
Yorumunuz önce onaya düşeceği için yaptığınız anda görünmeyecek. Paniğe hiç gerek yok, her şey kontrol altında. Kimse birbirinden kopya çekmesin diye yorumlar biriktikten sonra birkaç gün içinde yayınlayacağım.

Ne gerek vardi ki buna, kim gormeyecekti bizi, nereye gidecektik, evim o binada degildi ki..Aniden peyda olan bu insan irisi de kimdi? Offf Allah’ım, 30 yillik hayatimda kendimi bildim bileli ruhumda bir”evhamyayici” ile yaşarken olacak iş miydi bu..
Dusunceler denizinde bogulurken elini uzatmis hala bana merakli gozlerle bakan adamin cekistirmesiyle kendime geldim..” Hadi diyorum sana , çabuk ol yoksa oyun başlamadan biter” ..Daldigim derin dusunce denizinde bogulmak uzereyken adini dahi bilmedim genc beni coktan cekistirmeye baslamisti.. Mecburen icimde bas bas bagiran evhamyayiciyi bir sure askiya alip binanin merdivenlerini cikmaya basladim.. İsin garibi ben bu sokagi bile hatirlamiyordum ki..Az once dustugumu sandigim zemin ise dumduzdu.. Tam nefesim artik yetmez , ayaklarim gitmez olmusken ” geldik iste ” dedi zihnimde adina ” Yani ” dedigim genc adam..Tedirgin bir sekilde girdim iceriye ve gordum ki burasi dis dunyadan tamamen izole bir odaydi.. Alttan kulagima calinan Radio Tarifa” dan Sin Palabras” i duydugum an ise zaman durdu adeta.. Olamazdi, bunu biliyor olmasi mumkun degildi fakat goz goze geldigimizde bir cevap vermesine gerek yoktu , anlamistim.. ” Biliyordum bildigimi bilecegini” gibi sacma bir cumle de kurmamisti ustelik.. Yine o ugursuz baş agrim baslamisti, nefesim daraliyordu..
” Sevgili gunluk, bugun ansizin ne dusundum soyleyeyim mi sana ? Olur da bir gun hayatinin son saatlerini yasiyorsun ve bu durumda seni hayata baglayacak bir sarki seç deseler bana, hic dusunmem Sin Palabras derim.. Bana umut olsun, aşk olsun , saglik olsun diye..Sebebi yok, muzik ruhun gidasi madem, bilsem ki gunun birinde ac susuz kalacagim , bu sarki yeter bana.. Varsin sayili saatlerim kalmis olsun .. Unutma bunu tamam mi, unutturma bana… Sevgilerimle, 2012 yazı/ Gelibolu”
Bir sure sonra gozlerimi actigimda karsimda Mani duruyordu..Ustunde garip kiyafetler, gozlerini zar zor gorsem de nemliydi, aglamisti.. O anda farkettim ki evimde degildim, Yani” nin zorlamasiyla gittigimiz oda da degildi burasi.. Neden sonra duydum saklamaya calistigi telefondan yayilan o aşina melodiyi.. Elimi sımsıkı tutmasina izin verdim.. Hemsire Hanim muhtemel ki mujdeyi verirdi disarida bilmem kac gundur bekleyen aileme.. Zihnim dingin bir denizdi şimdi, o cok ozledigim derin nefesimi de alabildiysem demek, bitmisti kesin.. Ne diyordu en son kendimi kaybetmeden once televizyondaki spiker “EvdekalTurkiye”… @sevgii__yildiz
Hayatta herkesin birbirine karıştığı, kıvranıp kapana kıstırıldığı bir kutuda kalakalmış; Baştan sona afallamıştım. Bir kavganın içindeyken, kafamda sorunlarla birlikte hayatta kalmak, yorucu ve katlanması zor bir hale dönüşüyordu. Bir yanda siren sesleri etrafımı sararken sürekli artan gürültüler çetrefilli bir sessizlikle sarıyordu. Gitmek için vaktim azalırken hala düşünüyordum. Hayatta herkesin kötü kahramanlara ihtiyacı var mıydı? Şimdi getto sorunlarını bir yana bırakarak koşmak zorundaydım. Eşyaları toparla ve koş durmadan koş! Sessizce koş! Özleyerek koş! Üzülürek koş! Ama yeter ki koş! Hep bir yol seni bekliyor olacak! @seyhzadebilgin
Haklıydı derin bakışları olan genç adam.Dediği gibi karşı binaya yöneldik birlikte.Tam içeri girdiğimizde polis arabası binanın önünden geçti.Neyse ki bizi görmemişlerdi.İnşaatı yarım kaldığı belli olan bu bina çok eskimiş görünüyordu.Sanki tüm emekler boşa gitmiş gibiydi.Bir an kendime benzettim bu binayı.”Hanımefendi beni duyuyor musunuz?” Beni derin düşüncelerimden çıkaran ses deminki genç adamın sesiydi.Derin bakışlı genç adam…”Pardon düşüncelere dalmışım yine,bir teşekkür de edemedim size.” O kadar derin bakıyordu ki bana,korkmuştum ondan.Sanki beni asırlardır tanıyormuş gibiydi.Yoksa bu olanlar bana zihnimin tekrarlayan oyunlarından mıydı? ”Önemli değil,ben Mani bu arada ya siz?” İşte şimdi emin olmuştum zihnimin oyunundan.Böyle bir tesadüf olamazdı çünkü.Aslında hoşuma gitmişti bir yandan da.Ayak uydurdum ben de oyuna. ”Ben de Meyla,memnun oldum.Merak ettiğim bir şey var,bana neden yardım ettiniz?” Sanki bu söylediğime kızmış gibi bakıyordu.Gerçekten garip bir adamdı. ”Hiçbir şey göründüğü gibi değildir Meyla,inan bana!” Bu da ne demekti şimdi.Zihnim beni şaşırtmaya devam ediyordu.Bu sırada Mani cebinden bir şey çıkardı.Bu bir bıçaktı! ”Unutma Meyla! Kimseye güvenmeyecek,kimseyi tanıdığını zannetmeyeceksin.Yaşadığın süre boyunca inandığın tek bir şey olacak,o da her şeyin yalan olduğu!” Mani bunları söyledikten sonra bana doğru bir hamle yaptı ve ben de kalbimde çok derin bir acı hissettim.Beni kalbimden bıçaklamıştı!..
Bağırarak uyandım.Yanımda uyuyan Mani sesime uyandı ve ”Meyla,bebeğim ne oldu?” ”Çok kötü bir rüya gördüm Mani!Dünyayı bir virüs sarmıştı.Ölümcül bir virüs.Biz de senle o sıra ayrılmıştık.Ben de tam dışardayken sokağa çıkma yasağı olduk ve adının Mani olduğunu söyleyen bir adamla bir binaya sığındık.O sonra beni bıçakladı!
”Bebeğim sakin ol sadece kötü bir rüya görmüşsün!” Rüya olduğunun ben de bilincinde olsam da yine de etkisinden çıkamıyordum.Bir süre sonra geri uyuyabildik.
Sanki hemen sabah olmuştu.Ben uyandığımda Mani daha uyanmamıştı.İçimden bir ses televizyonu aç dedi.Salona gittim ve televizyonu açtım.Bir tane haber kanalı çıktı karşıma.Son dakika haberini veriyordu.:Çin’de ölümcül bir virüs insanları öldürmeye başladı.Adı CORONAVİRÜS…
Çünkü sen değerlisin…
Bayılmışım. Sara hastalığım olduğu için alışılmış bir durumdu benim için.Olanları hatırlayamıyordum. Hatta seslenen bu adam kim? diye düşündüm. Zihnim bana oyun oynuyordu? Neden bana yardım etmek istiyordu? O an aklımda olan tek kişi Mani idi. Kapıyı açıp dışarıya gidebilir miyim diye düşünürken kapının önüne yığılınca, o sırada işten gelen hemşire komşum beni öyle görünce yardım etmek istemiş. Beni ve Maniyi , tartışmalarımızı ve ayrıldığımızı biliyordu. Ama tüm yaptıklarına rağmen ben Maniyi görmek istiyordum. Evden çıkma yasağı şu an için 15 gün olarak belirlenmişti ve uzatılabilirdi. Maniyi görmeliydim. Polis sokakta kol geziyordu. Hemşire komşum istersen seni sağlık çalışanı olduğunu ispatlayıp polisten o şekilde kurtulabiliriz dedi. Komşum bu arada beni öyle görünce ilk Mani yi aramış baygın halde bulduğunu söylemiş. Mani çok konuşmamış. Komşumun yardımıyla sokakta polisin olmadığı anda hızlı bir şekilde karşı binaya koşarak geçtim. Mani’nin dairesinin zilini çaldım. Evden kadın gülme sesi geliyordu. Kapı açıldı. Mani ve en yakın arkadaşım Bahar karşımdaydı. Bahar ayrıldığımızı öğrenince Mani ile yakınlaşmaya başlamış oysaki ben bilmiyordum. Bütün bu olanların rüya olmasını dilediğimde, sara nöbeti geçirip, tekrar bayılmışım gözümü açtığımda hastanedeydim. Yanımda hemşire komşum vardı. Bana her zaman yardım edeceğini söyleyerek gülümsedi. İçime doğan huzur ve mutlulukla gülümseyip camdan dışarıya baktım. Artık her şey farklı olacaktı.
Adamın beni götürdüğü yere girdiğimde, herkesin sanki bizi beklediğini sandım. Neyse ki yanılmışım. Bir anda bize bakan gözler sonradan başka yere çevrildi ve rahatladım. O sırada, Haydi gel yukarıya çıkalım burası çok kalabalık, dedi bana yardım eden adam. Adam “Yukarı” dediğinde ben 1 kat sanmıştım fakat bu merdiven olamayan binada tam 5 kat çıktık. Binanın penceresinden sokağa çıkanları yakalamak için duran polisleri zor seçebiliyordum. Adama, Neden bu kadar kalabalık, diye sordum. Adam, burası bir otel ama salgın için herkesi lobiye çıkarıp tüm odaları dezenfekte ediyorlar. Adam heyecanla, Sen neden sokağa oturmuş bekliyordun, dedi. Ben de, Dalmışım, dedim ve konu kapandı. Sonra tuvalete gideceğimi söyleyip adama tuvaletin yerini öğrendim ve tuvalete gittim. Ama sonra eski sevgilim Mina’yı gördüm. Çok şaşırmıştım ama yine de bu benim ona sarılma isteğimi yıkamamıştı. O beni fark etmedi. Tam sarılıcakken arkasında bir adam gördüm. Adam benim yaşlarımdaydı ve Mina ile konuşuyordu. Sevgilisi olduğunu anladım . O sırada Mina beni farkedip. Bana nispet yapar gibi kolunu adama dolayıp bana bir bakış atıp uzaklaştı. Hemen tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım. Geri bana yardım eden adamın yanına geldim. Adam neden bu kadar geciktiğimi sordu. Sonra artık içime atıp atıp durmaktan çok sıkılmış olacağım ki, olan biten her şeyi anlattım. Adam şaşırır gibi yaptı ama o bana biraz yapmacık geldi. Aniden Lobiden yüksek çığlık sesleri duyuldu. Koşa koşa aşağı indik. Baktık ki birisi nefes darlığı çekerek ölüyor. Herkes salgından dolayı yaklaşmayı ona. O kadın gözümüzün önünde ölmüştü. Ben hemen yukarıya çıkıp annemi aradım ve herşeyi anlattım. Annem, Hemen yanımıza gel, dedi. Ben de hızlıca otelden çıkıp annemin yanına gizlice geldim. Gelir gelmez uykumun geldiğini fark edip uyudum.
Genç adamın koluna girmiş binaya koşarken göz ucuyla sokağın köşesinde Mani’yi gördüğüme yemin edebilirdim. Kapıdan girdiğimiz esnada sokağın başında siren sesleri, polis anonsları yankılanmaya başlamıştı. Sanki derin bir rüyanın içinde başım dönüyordu. ‘Halkımızın güvenliği için evde kalın. Dışarı çıkanlar gözaltına alınacaktır.’ Merdivenlerden çıkmaya başladık. Dar, yüksek merdivenler… Birazdan Mani’yi gözaltına alacaklar. Haber izlemeyi hiç sevmezdi. Eminim sokağa çıkma yasağından da haberi yoktur. Mani’yi sirenlerden önce bulmalıydım. Ne kadar üzgün olduğumu anlatmalıydım. Sahi, kimdi bu genç adam? Neden bana yardım ediyordu, kim olduğumu bilmeden? ‘Yardım ediiiiin! İmdaaat!’ diye çığlık atarak genç adamın kolundan kurtulup bina kapısına kaçmaya başladım. Genç adam peşimde mi değil mi farkına varamadan Mani’nin peşine düştüm. Sokağa çıkmak yasak. Ne zaman neden yasaklamışlardı? Bir virüs salgını vardı; giderek tüm dünyayı saran, insandan insana bulaşan. Mani’ye sarılmak istiyordum. Elim bina kapısının tokmağında donup kaldım.
Genç adam omzuma dokundu. ‘Lütfen, dışarı çıkmak yasak. İnsanlığı tehlikeye atmayın.’ Kulaklarımda Mani’nin evi terk etmesine sebep olan tartışmamız… Dünya küçülüyor… Şimdi kesin dışarıdadır Mani. En sevdiği yerde geziyordur. Kim bilir belki arkadaş bile edinmiştir. Benden sonra sokaklarda yeni bir kavgaya karışmamıştır umarım. Olduğum yere çöktüm. Çantamdan günlüğümü çıkarıp karalamaya başladım.
Mani, az önce gördüm seni. Aklım yine yeni bir oyun oynamıyorsa tabi. Giderek soyutlaştığımı, silikleştiğimi hissediyorum. İnsanlık büyük bir kelime. Ne kadarına sahibim, bilmiyorum. Şimdi bir salgın tüm dünyayı sardı. Ama ayrılışımız kadar acıtmıyor kalbimi, seni bir daha göremeyecek olma ihtimali kadar korkutmuyor beni. Kaç kere eşiğinden döndüm kapıların, seni aramak için. Elim hep tokmaklarda donuk kaldı. Korktum. Seni bir sonraki kavgamızda daha çok incitmekten korktum. Seni çok özledim.
Hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Başım dönüyordu. Bir hışım, bir cesaret, kaç kere eşiğinden döndüğüm kapıları ardına dek açarak kendimi sokağa attım. Mani’yi gördüğümden emin olduğum köşeye koşmaya başladım. Oradan en sevdiği mekâna doğru koşmaya başladım. Siren sesleri yaklaşıyor. Yine bir taşa takıldım. Siren sesleri… Hastane… Doktorların telaşlı sesleri, neşter uzatan hemşireler… Bir sedye, ayağımda etiket… Morgun soğuk duvarları…
Şimdi Mani’nin en sevdiği mekânda, üzerimde papatyalardan bir battaniye, sonsuza uyuyorum. Mani, her gün geliyor, bana sarılıyor, dünyanın en rahatlatıcı sesiyle sesleniyor bana… Mrrrrrr…
Instagram: @kivancfk
Bir telaşla koşup karşı binaya, ardımızdan kapattığımız demir kapıya yaslandım. Mani’yle ilk nerde ve nasıl tanıştığımızı hatırlamam. O beni bilmezken bile yıllar önce birkaç kez karşılaşmıştım çünkü ben onunla, okuduğum kitaplarda, tanıştığım karakterlerde.
İlk başta Fakir Baykurt’un Turpan’ında Uluguş olarak çıkmıştı karşıma. Şeker Portakalı’nın Zeze’sinde bulmuş, Suç ve Ceza’nın Razumihin’iyle tanımıştım onu. Simyacı’nın Santiago’sunda ve Cervantes’in Don Kişot’unda karşılaşmıştım onunla.
Uluguş’un öğütleriyle beslediği gibi beslerdi beni, Zeze gibi bir bilgeydi. Razumihin gibi kadim bir dost, Santiago gibi gözü pekti.
Benim içinse bir zaman silsilesiydi hayat. Bir anda bitiverecekken gözlerimin önünde, kör zihnime eşlik edercesine sürüp gidiyordu. Bomboş yaşadığım hayatımıysa; birkaç adım geride bıraktığım çocukluğumun tecrübesizliği ve birkaç adım ötemde ulaşacağım kırçıl saçlarımın benzerliği kanıtlıyordu.
Kısacası; ezkaza, hayat kötü bir trajediyle cezalandırmazsa beni ya da güzel bir yaşanmışlıkla ödüllendirmezse geleceğimi muhtemelen hiçbir zaman onun gibi biri olamayacaktım.
Soluklarım sakin bir ritim tutturduğunda ve düşüncelerim berrak bir gök gibi aydınladığında kapalı gözlerim aralandı yavaşça ve masmavi bir çift gözle karşılaşan bakışlarım, sinestezik duyularımda tuzlu bir deniz kokusunu ağırladı. Aynada gördüğüm yansımamdan dahi tanıdık geldi bir anlığına. Mani’yle ettiğimiz kavganın pişmanlığı süveyda gibi işlerken kalbime, elini tuttuğum adamın kalp atışlarımı hızlandırmasına anlam veremedim. Koştuğumdan olsa gerek diyerek savdım günahkar düşüncelerimi.
Zihnimin kurak topraklarında yeşermemesi umuduyla ektim ihanet tohumlarını, en derinlerime. Yüzyıllık çöle yağmur yağması gibi saçma bir ihtimalin telaşı sardı benliğimi. Siren sesleri gittikçe uzaklaştığında ateşe dokunmuşcasına çektim elimi elinden. Ardından mantığım bir kaç kelime kopardı dudaklarımdan:
“Teşekkür ederim.”
Bir hışımla çıktım demir kapının ardına. Koşarak uzaklaştım topal adımlarımla. Ve artık ölmüş bir aşktan kaçarcasına kaçtım Mani’den. Razumihin’den, Zeze’den ve Uluguştan… Bir daha aynı yere dönmemek ve bir daha aynı kitapların sayfalarını açmamak uğruna kaçtım.
Siren seslerinin kafamda allak bullak ettiği anılarımı tekrar düşünmek üzere sadece o anlığına rafa kaldırdım . Adamın söyledikleriyle kendimi toparlamam an meselesi oldu. Haklıydı , şu an karantinadaydık ve benim hatta bizim bu şekilde gözükmemiz olası bir suç teşkil etmekteydi. Adamın bana yardım etmesine bu denli müsaade edeceğim aklıma bile gelmezdi. Ne de olsa tanımadığım birinden yardım kabul edeli uzunca bir zaman olmuştu . Sonuçlarını da gayet iyi görmüştüm Ama şu an bunu düşünüp riske girmeye değmeyecek bir durumdaydım. Hızlı adımlarla karşıdaki apartmana doğru yürüyorken siren seslerinin bizi takip ettiğine yemin edebilirdim ama kanıtım yoktu. Arkamı döndüğüm an sanki yakalanacakmışız hissi berbat bir histi. Yanımdaki adamın ise tedirginliği daha da bir farklıydı. Apartman dairesine girdiğimizde nefes nefese kalmış olan adamın yüzüne baktım . Farklı görünüyordu yani ya da ben öyle hissediyordum . Bu karantinanın bende etkisi sanırım faklıydı. Neden her şey ve herkesten şüphe eder olmuştum ki? Mani desen . Ahh! Şu an bunu düşünmemeliyim diyerek adama tedirginlikle sormaya başladım.
“Beyefendi iyi gözükmüyorsunuz?”
Adam gözlerini yavaş bir şekilde gözlerime iliştiriken alnındaki su damlacıklarını görmem bir oldu. Neden bu hava da bu kadar terlemişti ki. Akıl kârı değildi. Ya da hastaydı olamaz mıydı? Belki de hastaneye gitmek için yollara dökülmüştü. Ben gibi saçmalıklar silsilesini çözmek için değil. Adam cümlelerini sakin ve seçerek söyleyebilecekken polis aracının hızla yanımızdan geçmesi bir oldu. Sanırım yırtmıştık . Sanki neysen yırtacaksak . Bu hayat bize en büyük darbeleri vurmaya her zaman yelteniyor benim ki de soru yani. Adam derin bir histerikle rahatlamış ifadesini yüzüne oturturken benim kolumu aniden çekip kendine yaklaştırdı.
“Beni asla görmedin?”
Ne demeye çalışıyordu ki. Ya da ne anlatmaya. Telaşlı başıma yeni bir telaşı daha mı bulaştırmıştım ben anamadım ki.
“Efendim tabi ki de görmedik. Şu an karantinadayız . Sizi gayet iyi anlıyorum.”
Dedikten sonra adam kolumu sert bir şekilde bıraktı. Neydi hiddet bu celallik yani. Adam akıllı söyleyemez miydi? Diye kendi iç sesimle konuşurken adam apartmanın kapısından hızlıca çıktı. Beni ise sorularımla baş başa bıraktı ki ani hissettiğim bir acıyla feryat ettim .Kolumu yakan o hissiyatla gözlerimi aşağıya döndürdüğüm de gördüğüm tek şey kırmızı bir sıvıydı.
Yakıcı,bir o kadar da asil olan Kandı.
İnstagram:
Kişisel: Fulçiçeği
Blog: Novella_çıkmazı
Merhaba! Hikayeniz için teşekkür ederim, ellerinize sağlık. Fakat hikayeniz ne yazık ki 350 kelime sınırını bir kelimeyle geçiyor. Bir sonraki oyunda bol şans dilerim. Sevgiler! 🙂
Zihnim yine oyun oynamıştı bana bu konuda hiç şüphem yoktu. Ancak idrak etmeye çalıştığım sokağa çıkma yasağını mı ihlal ettim yoksa evde hayal mi görüyorum? Bilmiyorum. Afallamam geçtiğinde genç adamla göz gözeydik. Neler olup bittiğini hala kavrayamıyordum. “İyi misiniz? Sokakta ne işiniz var? Yasağı neden ihlal ettiniz az kalsın polislere yakalanacaktık.” dedi. Hiçbir fikrim yoktu neden dışarıda olduğumu ve ne yaptığımı bilmiyordum ve kafam çok karışıktı. Elbette o adam Mani değildi. Her zaman söylediğim gibi “Hayat gerçeklikten ibarettir.”
“Ben… İyiyim… Sanırım. Neden sokakta olduğum hakkında hiçbir fikrim yok sadece kendimi burada buldum bir anda. Peki ya siz burada ne yapıyorsunuz?” diye sordum adama. Kafasından akan terler iyice artmaya başladı. “Ben…” dedi “Benim annem Alzheimer hastalığına sahip evden kaçmıştı onu aramaya çıktım. Sonra sizi yerde görünce yardım etmek istedim ancak siren seslerini duyunca ceza yememek için buraya kaçmak zorundaydık” dedi. Apartmanın üst katından gelen seslere aldırış etmeden sakince bekliyorduk ve ne yapacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Ancak aniden yükselen ambulans sesleri en yüksek desibele ulaştığında durdu. Çünkü tam kapının ardındalardı sağlık görevlileri. “Hiçbir yere kıpırdama karantinadan nasıl kaçarsın!” dedi ve kapıyı açtılar. Hepsi bembeyaz giyinmişlerdi. Genç adamı kollarından tuttular, göz göze geldik, başım döndü, sonra her yer karardı.
Yolun ortasında öyle usulca uzanıyordum. Arkama dönüp baktığımda hiçbir şey göremedim. Oysa az evvel bir taşa takılıp düştüğüme yemin edebilirim.
g.uzun00
Genç adamın arkasından, gösterdiği binaya doğru gizlice ilerlerken istemsizce koluma baktım, saatin tam olarak üç olduğunu gördüm.Gittikçe artan siren seslerinden kaçarcasına girdim binanın antika kapısından, peşi sıra bir polis aracı geçti binanın önünden. Yakalanmaktan kılpayı kurtulmuştum. Bu esnada önce bir gökgürültüsü duyuldu, ardından tüm kenti yararcasına şimşek çaktı. Kamaşan gözlerimi sağa sola kaydırdığımda, bir izbenin içerisinde yapayalnız olduğumu anladım. Zihnimin bana yaptığı bir başka oyun olsa gerekti.
Neyin gerçek neyin sahte olduğunu nasıl ayırt edecektim? İşte bu kırık pencere, dökük kapılar, pervazlar, yalın beton kokusu.. Tüm bunlar gerçek miydi yoksa karşımdaki merdivenleri kaplayan örümcek ağları gibi benim zihnim de farklı bir çeşit ağlarla mı kaplanmıştı?
Bir anda yerdeki içilmemiş cigaralara gözüm çarptı. Yalnızca bir tanesi içilmiş, o izmaritin de ateşi henüz sönmemişti. Parlayarak varoluşunu sürdürmeye gayret gösteriyordu. Belli ki yeni atılmıştı bu izbenin bodrumuna. Acaba genç adam mı fırlatmıştı izmariti. Alıverdim elime izmariti, bir de ne göreyim; benim içtiğim cigaradandı izmarit. İyi ama bu izbeye girdiğimden beri yakmamıştım ki cigara. Ceplerimi kontrol edince, yeni açılmış paketten tek bir cigaranın eksik olduğunu gördüm!
Başıboş bir tesadüf müydü bu başıma gelen yoksa bir anlamı mı vardı?
Bu esnada bir başka gökgürültüsü kulaklarıma hücum edince irkilerek elimdeki paketi düşürdüm ve istemsizce gözlerim gökyüzünü yaracak şimşeği aradı. Birkaç saniye sonra gözlerime yansıdı uzaklarda bir yerlerde çakan şimşek.
Gerçekle hayali, doğruyla sahteyi ayıran şey neydi? Sokaklarda koşuşan çocukları, evlerine dağılan koca koca insanları gördüğüm halde sokağa çıkma yasağı olduğunu sanmamın sebebi neydi? Peki ya Mani? Yaşadığım bu ayrılık? Tuttuğum günlük? Onca yazdıklarım? Hakaretlerim, küfürlerim? Seçtiğim sözcükler? Hayır, Mani sahte olamazdı, ben dahil her şey sahte olabilirdi ama Mani olamazdı, olmamalıydı…
Alnımı soğuk duvara dayamış, varoluşuma bir anlam arıyordum. Gözüm saate ilişti birden, ne göreyim istersiniz? Saat üçe beş var! Yerdeki paketten bir cigara yaktım kendime.
Hayır, hayır ağlamıyordum. Geriye akan zamanı, şimşek çakmadan evvel duyulan gökgürültüsünü, olmayan taşa takılarak düşüşümü ve Mani’yi düşündükçe gözlerimden yaşlar akıyordu ama ben ağlamıyordum. Yalnızca gözüme kuantum kaçmıştı…
Bina deprem riskiyle boşaltılmıştı. O yüzden sokaktaki çocuklar tarafından tüm camları kırılmıştı. Çünkü boşaltılmış bir evin önce camları kırılır. Kapıyı yavaşça araladı parlak yüzlü güleç bir surat. Dışarıda ki ışık içeriye uzandı. Pencerelerdeki kartonların arasından ışık parçaları sızıyordu içeriye. Tozdan bir ip gibi uzuyordu masanın üzerine. Oturduk. “Yardım etsene” dedim. Kafamı çevirdiğimde kimse yoktu. Beynimin yeni bir oyunu muydu? Bacağımdan kan geliyordu. Elimi üzerine bastırıyordum fakat durmuyor parmaklarımın arasından boşalıyordu. Bir şeyler yapmalıydım. Dışarıda onların sesi gittikçe yükseliyordu. Sessiz olmalıydım. İnlemelerim duyulmamalı. Eğilerek etrafı gezmeye başladım. Bir bez parçası bulmam gerekiyordu bacağımdaki kani durdurmak için. Toz ışığını takip ederek bir çekmeceye vardım ve uzandım. Siyah kapaklı bir defter. Sayfalarını yırtıp bacağımdaki kanı silmeye başladım. Kan durmuyordu. Kâğıtları bacağıma doladım. Sonra geri attım. Defteri alıp tekrar masaya geldim. Soyundum. Atletimi çıkarttım ve bacağıma bağladım. Nasıl aklıma gelmemişti bu! Hah hah ha. Herkes nerede? Derin bir nefes aldım burnumdan. Ve ağzımdan verdim. Toz ışını defterin üzerindeki bir kelimeyi aydınlatıyordu. Baktım. Benim adım yazıyordu. Okumaya koyuldum. Bu bir günlüktü. Okudukça hatırlamadığım şeyler yazıyordu. Ben mi yapmıştım tüm bunları? Benim günlüğümde yazanların bunlarla alakası bile yoktu. Bu onun günlüğüydü ama yaşananlar farklıydı. Kimdi doğruyu söyleyen? Bu kadar kötülüğü yapan ben miydim? Olabilir miydi? Hayır. Hayır! Olamaz. Ben bunları yapmış olamam. Ben bir insan öldürmüş olamam! Karanlıkta bir ışık belirdi. Kafamı kaldırdım. Kafam çok ağırdı. Karşımda sandalyede oturuyordu. “En küçük kötülük bazen bir ip gibi uzar ve boynuna dolanır. Boğar. Boğar. Boğar! Dönüşü olmayan bir yıkıma sebep olur. İşte sen de o gün bana bunların hepsini yapmış oldun. Ve beni öldürdün.” dedi. Defterden simsiyah kan boşalmaya başladı. Ellerimi çekemedim. Ellerim kan oldu.
Afallamıştım. Adam çok ama çok yakışıklı görünüyordu. Mavi gözleri, önü rasgele açılmış siyah gömleği ve yırtık bir kotu vardı. Dalgalı kıvırcık saçları alnına ve elmacık kemiklerine düşmüştü. Siren sesi yaklaşırken adrenalinden ötürü nabzım beynimde atıyordu. Hızla elini tuttum ancak adım attığımda bacağıma keskin bir acı saplandı. Kanadığını gördüm. Gizemli genç belime sarıldı. Hızlıca yakındaki pahalı duran bir apartmanın girişine daldık. Hızlıca şifreyi tuşladı. Girişten koridora geçtiğimizde beni duvara bastırdı. Sırtını kapıya döndü. Mavi kırmızı ışıkların geçişini ve siren sesinin uzaklaşmasını bekledik. Nefes alışverişlerimiz birbirine karışıyordu. Polis uzaklaştığında üzerimden çekildi. Biraz utanmıştım. “üst katta dairem var. Bacağın kanıyor izin ver pansuman yapalım. Sana bir kahve ikram edeyim.” Açıkçası canım hiç istemiyordu. Ancak polis şimdi buradan geçtiyse tekrar geçebilirdi. Biraz oturma fikri fena gelmiyordu. Kafamı evet anlamında salladım. Beraber asansöre ilerledik. Anahtarını hızlıca çıkardı, içeri girdik. Ardından kapıyı kilitledi. Biraz korkmuştum. Nazik ve yakışıklı olsa da bir yabancıydı. Siyah beyaz ağırlıklı olan evi hoş bir yasemin kokuyordu. Gri geniş koltuğuna oturdum. İçeri göremediğim bir yere ilerledi. Bir kaç kapı tıkırtısı metal bir şeyin mermere çarpış sesini duyuyordum. Elinde bir yardım çantasıyla yanıma geldi. Diz çöktü. Yaramı temizlerken kolyesi dikkatimi çekti. Bir tüptü bu içindeyse koyu kırmızı bir sıvı vardı. “bu nedir?” diye sordum kendimi tutamamıştım. Şeytani bir gülümsemeyle bana baktı. “bunu öğrenirsen hayatın bir daha eskisi gibi olmaz.” Bu söz nedense beni korkutmak yerine daha çok öğrenmem için iteklemişti. “istiyorum.” “yeni bir virüs.” Dediği şey kafamdan aşağı kaynar sular dökülmesine yetmişti. “dalga geçiyorsun.” Güldü. “Bu planın 2. Kısmı. Kıyamet gelmeli.” Koltukta geriledim. Elinde bir tomar sargı bezi tutuyordu. “dalga geçiyorsun.” “bilemeyiz.” Hızlıca ayağa kalktım. Buradan gitmeliydim. Bir kez daha paniklemiştim. “deneyecek bir deneğe ihtiyaç vardı. Mükemmel bir denek olacaksın.” Elindeki sargı bezini hızla ağzıma kaparken güçlü kollarını belime doladı benimse aklımda yaptığım bu korkunç aptallık ve mani vardı… @darknizi
Mani’ye olan kızgınlığım yerini tekrar öfkeye bıraktı. İçimdeki öfke yanardağ gibi patlayıp etrafına saçılmaya başladığında kendimi kaybettiğimi, adamın suratındaki acı ifadesi ile anladım.
O anki sinirle adamın uzattığı ele vurmuş, onu kendimden uzaklaştırmıştım.
“Ne önemi var ki? Yardım etmenizin ne önemi var?” diye çığlık attım.
O an içimde yeşeren korku filizleri, Mani’ye duyduğum öfke ile yarışır duruma gelmişti.
“Eline dokudum! Kahretsin!”
Bir anda etrafımı saran ışıklar ile kendime geldim. İki polis aracı hemen yanımızda durmuş, içinden onlarca beyaz kıyafetli memur etrafını sarmıştı.
“Yakaladık seni!”
Korku ile olup biteni izlerken iki polisin adamın üzerine atladığını, onu yere düşürdüklerini gördüm. Bir diğeri telsizden bir şeyler söylemeye başlamıştı.
“Karantinadan kaçan hastayı yakaladık!” Yanında temans ettiği başka bir kadın var. Onu da karantina merkezine getiriyoruz…”
O an içimde birden kaçma arzusu doğdu ve olduğum yerden fırladım. Ayaklanmam ile birlikte sırtıma binen onlarca kiloyu hissedip yere yığılmıştım. Birisi kolumu çevirmiş hemen arkamda birleştirmişti.
“Hareket etmeyin! Size demin dokunan kişi karantinadan kaçtı. Enfeksiyon kapma riskiniz var! Direnmeyin! Testlere tabii tutmamız, 15 gün süre ile karantinada kalmanız gerekiyor!”
O an aklından geçen şey onu götürmeleri değil, Mani’nin ondan haberinin olaması idi. Ufak bir kavga bu günlerde ne garip şeylere sebebiyet veriyordu öyle… Bir sinir 15 gün ayrı kalmalarına sebep olacaktı. Hiç yoktan, hasret ve kırgınlıklar ile geçecek 15 gün…
Onu yaka paça kaldırıp ekip aracına bindirdiler. On dakika sonra bir hastanenin kapısından karga tulumba indirilmiş, bir saniye temas ettiğini anlatmasına rağmen kimse onu dinlememişti. Kendini bir dakika sonra acil yatağında yatarken buldu. Yaşadığı şoktan hareket etme yeteneğini kaybetmişti. Koluna batırılan iğneyi hissettiğinde artık her şey için çok geçti. Bakışları ağırlaşmış, kendini uykunun güçlü kollarına bırakmıştı. Gözleri kapanırken aklında Mani’nin ona sinirli bakışı, hakkında söylediği kırıcı şeyler vardı. Ayrılıklarının ilk anları da sokağa çıkma yasağının ilk anları gibi başlamıştı. Bilinçsiz, korku dolu, kırıcı…
Dursaliye Şahan
Bina? Hiç ışık yoktu.
“Ama burası sanki bir harabeye benziyor.”
Omuzlarını silkti. “Başka seçeneğimiz var mı?”
Ortam, vakit ve sahne bir tecavüz sahnesi öncesi gibi algılanabilirdi ama o silktiği geniş omuzları o kadar güven vericiydi ki, özgür ruhlu, macera prest, cesur genç kızı oynamayı seçtim.
Elini tuttum. Belki koşmamız gerekiyordu ama zifiri karanlıkta yan yana yürümeye başladık. Sıcacık eli, beş yıldızlı bir otelin lobisindeki bir odun şöminesini çağrıştırıyor gibiydi. İkimiz baş başa sıcak şaraplarımı içiyor olabilirdik. Benim üzerimde saten, uzun bir elbise olmalıydı. Dudaklarımda pembenin en masum tonu, mesela yavru ağzı. Onun dingin bakışları aşk dolu. Biraz sonra odamıza çıkacak olmanın heyecanını ikimiz de iliklerimize kadar hissediyoruz ama birbirimize belli etmemeliyiz.
İşte tam bu sırada karşımıza üç adam dikildi. Gökyüzünden yere inmiş gibiydiler.
At hırsızlarına benzeyen bu gereksiz ve uğursuz adamlar niye böyle kötü kötü bakıyor?
O hemen elimi bıraktı. Ses tonu değişmiş sanki telaşlanmıştı.
“Konuşabiliriz.”
Ortadaki, kıvırcık saçlı ağzındaki sakızı çiğneyerek, küçücük bir balon patlattı.
“Konuşacağız elbette konuşacağız. Önce şu kadından bir kurtulalım hele.”
Yüreğim hop etmişti. Bir kez bile öpüşmediğim adam için öldürülecek miydim?
“Ama ben, ben bir şey yapmadım ki.”
“Biliyoruz abla. Yoksa senin de icabına bakardık illa ki. Hadi sen şimdi bas git.”
Geniş omuzlu dâhil adını bilmediğim dört adamı zifiri karanlıkta bırakıp gerisin geriye döndüm.
İn cin top oynuyordu. Bir metre ötemi göremiyordum ama içimde hiç korku yoktu. Anlamını bilemediğim garip bir öfke bütün bedenimi sarmış gibiydi.
Ona izin verdim.Kolumdan tutup binaya doğru gittik.Adama baktığımda aslın da onun doktorum olduğunu anladım.Yüzün de büyük bir maske.Sanırım hastalığımın ona bulaşmasını istemiyor.”Neden hastaneden kaçtın”güzel soru doktor” Neden beni sakladınız” HİKAYENİN DEVAMINI GETİRsjsjs
İyi denemeydi adlkans
“Peki görseler ne olacak ki?” diye düşünmeden edemedim. Mani’yi düşünmekten afallamışım, aptallaşmışım. Beynim, Mani’yi düşünmeyi bıraktığında olayın ciddiyetine vardım. Geliyorlardı, siren sesleri içinde bize doğru. Avına kilitlenmiş ve harekete geçen bir aslan gibi. Bu sefer hiç düşünmeden, beynim harekete geçmeden adamın elini tuttum. Çünkü beynim ne zaman harekete geçse kendimi başka bir dünyada buluyorum. Mani’nin dünyasında. Şu an bunları söylerken bile beynim bana yardım ediyor. Kendisine hem kızgınım hem de teşekkür ediyorum. Şunu fark ettimki ben bir savaş içerisindeyim. Beynim ile olan bir savaş. Ve şu bir gerçek ki beynim kaybederse ben kaybetmiş olacağım. Çünkü benim beynim Manim di. Bu düşünceler altında adam ile apartmana vardık. Elimden tutarak 5.kata kadar götürdü. “Ne işim var benim bu apartmanda? Bu adam kim?” diye düşünmeye başladım. Ekinde bıçak ile kapıyı açtı. İşte o an benim için sonun geldiğini hissettim. Bu adam benim Azrail’im olmalıydı. Sanki her şey önceden ayarlanmış gibi. Madem öyle ise peki ben kimim? Galiba beynimi yenmişim. Yendiğim içinde kaybetmişim. Birkaç dakika sonra büyük odanın kapısı açıldı. Adam beni içeri götürdü ve bir bardak su getirmek için mutfağa gideceğini söyledi. Odanın ortasında orta boyda bir çerçeve gördüm. Ne ilginçtir ki ters çevriliydi ve üzerinde “Eğer kendini kaybedersen bu çerçeveyi ters çevir.”yazıyordu. Evet kendimi kaybetmiştim ve yazılan yazıyı uyguladım. İşte o an beynim bir zafer kazanmış gibi devreye girdi. Ah Mani burdasın, kollarımda. Özür dilerim Mani, seni unuttuğum için özür dilerim. Her şeyi daha iyi hatırlıyorum. Ekmek almak için markete gittiğimi, beni eve getiren yan komşumuzu ve sokağa çıkma yasağını unuttuğumu hatırlıyorum. Bu hastalık yüzünden Mani’yi unutup ölmek istemiyorum. Fotoğrafına uzun uzun baktım. Bakarken sağ alt köşede küçük bir yazı yazdığını fark ettim. “Beni unutmak istemiyorsan, lütfen Dışarı Çıkma Evde Kal”
Hayat Eve Sığar, Evde Kal :))
İnstagram: @fatihcelik.01
Genç adamın bu tavrına, akıl almaz bir panik ile karşılık vermiştim. Kendimi binaya doğru koşarken buldum. Harıldayan nefeslerimiz birbirine karışıyor, açılan algım küçük detayları farketmemi sağlıyordu. Genç adamın özel şoförüm olduğunu farketmem de bu ana dayanıyor fakat yüzündeki ifade hiç tanıdık gelmiyordu. Gömleğimin kolalı yakasındaki lekenin kan olduğunun farkına varmış lakin bunu pekte önemsememiştim. Paltomun cebindeki ağırlık dengemi bozuyor, hızımı azaltıyordu. Arkadan yükselen tiz siren sesleri kulağımı bir süre meşgul etti. Binaya girmeyi başardığımız da bu ses aniden kaybolmuş, yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Ne olduğunu çözemediğim bir girdabın içinde sürüklenip durmuştum. Şoförüm titreyen bir sesle ‘ neden yaptınız?’ diye sordu. Neyi neden yapmıştım? Bugün yürümek dışında bir şey yapmaya mecal bulabilmem mümkün müydü? O anda telefonum, sessizliği bir bando ile bozarcasına çalmaya başladığında ikimiz de bir süreliğine olduğumuz yerde kıpırdayamadan kaldık. Bu duraksamadan kurtulup ekran da Mani’nin kız kardeşinin ismini görünce şaşırıp kalmıştım bu ilk durakmadan daha uzun sürmüştü. Telefonumun yeşil düğmesine bastığım zaman hayatımın bundan sonrasını alt üst edecek o cümleleri duydum;
” Nicholas, Mani yaralanmış, durumu kritik Mani bıçaklanmış lütfen yardım et “.
Böylelikle cebimdeki ağırlığın ne olduğunu, gömleğimde ki kanın sabah ki rutin traş kazalarından olmadığını anlamıştım. Bu da sezgilerimin bana bir oyunu muydu? Öyle olmadığı az sonra binaya giren onlarca üniformalı iri kıyım adamın tavrından oldukça belliydi… (@yalcinkyz
Siren seslerinin verdiği ürkeklikle daha önce görmediğim ama bir o kadar da tanıdık o adamın elini tutarak olduğum yerden kalktım.Bazı şeyleri sorgulamama bile izin vermeyen aklım beni koşar adımlarla karşı binaya getirmişti bile.Adamın elini tutarken içimde anlamlandıramadığım bir huzursuzluk -belki de suçluluk duygusu- hissederek elimi hızlıca çektim.Bulunduğumuz durumun üzerinden aylar geçmesine rağmen alışamadığım o siren sesleri kulağımda bir süre daha çınlamaya devam ettiler.Çınlama geçinceye kadar bulunduğumuz durumu düşünme ve yaptığım hatayı kabullenme için yeterli zamanım olmuştu.Karşımda adamı iyice süzdükten sonra geciktirdiğim teşekkürümü edip yanından ayrıldım.
Sessiz bir o kadarda sıcak Temmuz günüydü.Çıt çıkmayan gece yarısını aşmış kör karanlıkta günlerdir alışamadığım bu soğuk hastanede tek başımaydım.Dışarı çıkma yasağının üstünden epey gün geçmişti.Bugün de hastanedeki 13.günümdü.Her şeyden çok sevdiğimi düşündüğüm Mani’yi kendimden çok sevdiğimi anlamama yetecek bir 13 gün…Siren seslerinden daha da ürkmeme sebep olan,vücudumun yavaş yavaş ele geçirildiğini hissettiğim,her saniyenin dakika her dakikanın saat her saatin gün olduğu koca bir zaman.Günler öncesindeki yardım elini tuttuğum adam şimdi beni yardıma muhtaç biri yapmıştı.İçinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini farketmeden bulunduğum eylem şimdiyse belki de beni geri dönüşü olmayan bir yola sürüklemişti.Olduğum yerde güçlükle doğruldum.Uzun zamandır kendime kızmaktan alıkoyamadığım benliğimle yine kendimi suçlamaya devam ettim.Her gün yaptığım gibi yine o günkü sorumsuzluğum için kendime söylenmeye devam ettikten sonra avuçlarımın içinden kayıp giden hayatımı bir kez daha düşündüm.Sonra gözümün önüne Mani’yi,annemi,babamı,Chivas’ı getirdim.Gözlerimi kapattım Önce ünlü bir yazar yaptım kendimi,sonra dünyanın her yerini dolaştım elimde koca bir dondurmayla…Sonra olanaksız gördüğüm hayallerimin daha da imkansız olduğunu farkettim.Endişelendim.Derince nefes almaya çalıştım.Alnımın üzerinde biriken teri elimle sildikten sonra parmaklarımda soğukluğu daha net hissettim.Küçüklükten beri astımım olduğu için nefes darlığını iyi bildiğimden bir şeylerin yolunda gitmediğini ayaklarımdaki uyuşmadan daha da iyi anladım.Sonra bir türlü kendimi inanandıramadığım ve kurmaca olduğunu düşündüğüm gerçekle yüzleştim.Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti.Nefes alamadım.Çabaladım.Ve gözlerim ağırlaştı…Kapandı.Şimdi o günkü sorumsuzluğum yüzünden çoğu sorumluluğuma veda ettim,gitmesini istemediğim için Maniyi vazgeçirecekken ben onu bırakıp gittim…Bir o kadar yarım,bir o kadar kısa hayatımı koydum avuçlarına…Kızarak gittim önce kendime sonra insanlığa.Düşünmeden çıktığım o sokaktan düşünecek çok vaktimin olduğu bu hastaneye aralanan gözlerimle son kez bakarak gittim…
İrkildıgımı belli etmemeye gayret ederek.Birkac sendeleyişin ardından düzeni tutturdum ve o kısa sürede adamı ıncelemeye koyuldum.Uzun boylu ,belkı de hayatımda gördügum en esmer kişiydi.gözlerinin karası benı müpemin korkusuna iterken daha da hızlandı o ,ve psıkolojıkmen bende.İnşaata girdigimizde küf kokusu carptı burnuma.Kaşlarımı kaldırıp”eeee ne oluyor “dedim.Nefes alısını düzene soktugunda beni ilk kez görür gibi yaptı.Sanki kolundan tutup da polısten kactıgı ben degıldım.Anlatacagım ama önce kendıme geleyım olur mu gibi sinir bozucu biir cevap vermıstır.Merdıvenler hıc de güven verici gözukmuyordu.O cıkarken ben aşşagıda nedenlerde boguldum.ne absurdce tanrım.Hala polis siren seslerı gelıyordu ve assagıda ,yanlız basıma kendımı daha da guvensiz hissediyordum.Kendıme temkinler vererek yukarı cıkmaya başladım.Karsimda gördugum manzara önce bana korku sonra bi telaş aşıladı.Kenarları alabıldıgıne yırtık,kırden esas rengı belli olmayan ama önceden bakır rengı oldugunu tahmin ettigim koltukta geldıgımız o adam uzerındekı kanlı bezle öylesine duruyordu.Ne yapsam derken ayagım burkuldu yere kapaklandım.Sinirim hat safhadaydı.Yoksa bir hayalmıydı ya da alalde bır sanrı.Heey iyimisin dedi ,asıl sen ıyımısin diye ekledım ıvedılıkle.Birkac acı nıdasından sonra peyderpey anlatmaya basladı.”Evet polislerden kacıyordum,seni yanımda ıstedım daha dogrusu bırılerını.zira buraya tek başıma gelemeyecek kadar korkaktım”bılmem bu hali içimde bambaska duyguları uyandırdı.Erkeklere dayatılan o korkusuz ol kalıbından cıkması istemsızce manıyle karsılastırdıgımda onun tum hareketlerın karsı cıkar gıbıydı.İçim bu muhtaclık anının yanı sıra sevgıyle doldu.Bu sartlarda hayır kızım olmaz.Belkı sonra.Tamam da neden kacıyordun polısten ,kım yaraladı senı.Sesimin böyle cılız cıkacagını hıc de dusunmemıstım esasında.Kendısını böylece en saf haliyle dokecegı hıc aklıma gelmezdi.Yenıden kendı içimde bile dusunmeyecek kadar acı seyler yaşamıstı.bir merhem arar ya ınsan mutemadıyen.Birbirimize merhem olmaktı tek meramımız.Sucu suc sayılmayacak kadar masumdu,ve gözleri alabıldıgıne cocuksu.Maniye daır duydugum hersey bir zorunluluktan baska bısey degılmıs,onu anladım yavas yavas.Zira o degişmez kural dedıgım herseyim degişti,nitekım onun da.Yenıden var olduk.Birbirimize merhem olduk.Gecenlerde kulustur arabamızla gecerken o köhne bınanın önunden bir gülme aldı kı ıkımızı de .hic sevilmemişiz gibi yenıden sevmek ve sevılmek doldu ıste ıcımıze.Arada yine afallıyorum,duser gibi oluyorum fakat bu sefer benı her daım tutan bırısının olma düşüncesiyle kendımı guvene alıyorum.
Binaya koştuk. Dağların arasından kaybolarak bugünlük bizlere veda eden güneş ışınları, polislerin gölgelerini toprak zemine düşürüyordu. Onların gitmelerini beklerken nefes alışımın bile duyulmasından korktuyordum. Ellerimle ağızımı kapatmıştım. ” İyi ki adamla karşılaşmışım. Yoksa polislere yakalanırdım.” diye içimden geçirirken gözlerimin ucuyla adamı süzdüm. Ağırlığını taşıyamadığına isyan edercesine titreyen dizlerine koymuştu ellerini. Pembeleşmiş kirpik diblerinden göz bebeklerine doğru filizlenmiş damarlar adeta feryat ediyordu. Yutkunmasıyla yukarı aşağı haraket eden gırtlağıda rahatsız edici bir şey varmışcasına boğazını temizliyordu. Beynimde çakan şimşeklerle gözlerimi fal taşı gibi açarak adama bakmıştım. Endişeden titreyen baş parmağımı adama doğru uzatarak ” Yoksa sen… Hasta mısın?” diye sormamla binadan fırlamam bir olmuştu. Adamın, öksürüklerinin arasında ” Hayır!” diyen çığlıkları azalarak kulaklarıma dolarken peşimden gelen var mı diye kontrol etmek için göz ucuyla ardıma baktım. Polislerin bir kısmı benim peşimdeydi.
Arkamda ki polislere göre daha hızlı koşuyordum. Ani bir manevra ile ara sokaklardan birine dogru döndüm. Binanın arasına girdim.Neden ellerimi ağızıma değdirmiştim. Kahretsin! Saklandığım köşede kafamı kollarımın arasına almış pişmanlık yaşıyordum. Her taraf polislerle doluydu. Adamın hasta olduğunu anladıklarında beni de onunla beraber karantinaya alacaklardı. Mani’ yle konuşmadan, her şeyi düzeltmeden karantinaya giremezdim. Belki ordan çıkışım olamayacak, son gördüğüm şey bir ucundan diğer ucu iki adımım kadar olan odanın duvarları olacak.
Telefonumu çıkarıp, rehberden silsemde hafızama kazınan Mani’ nin numarasını tuşladım. Cevap vermesini umarak telefonu kulağıma götürdüm. İki saniye sonra tele sekreterin böyle bir numara bulunmamaktadır dediği duyuldu. Numarasını mı değiştirmişti? Kahretsin!
Kararımı vermiştim. Mani’ nin evine doğru koşacaktım. Polisler beni yakalanmadan derdimi ona anlatabilirdim. Uzaktan aslında onu ne kadar sevdiğimi haykırabilirdim.
Başta iki tane olan polis şimdi daha fazlaydı. Polis arabalarının siren seslerini duyabiliyordum. Hepsi beni arıyordu. Kafamdan bir plan çizdim. Ara sokaklardan gizlice geçip evimin önünden Mani’ nin evine doğru koşacaktım.
Derin bir nefes aldım ve koşmaya başladım. İlk başta beni fark etmemişlerdi ama eve doğru yaklaştığımda peşime takıldılar. Hızımı arttırıp köşeyi döndüğümde evimin önünde bir düzine polis ve Maniyi gördüm. Onlara yaklaştığımda arkamda koruyucu kıyafetleriyle polisler kollarımdan sıkıca kavradılar. Mani ıslak mavi gözleriyle bana baktı ve “Eğer sen öleceksen bende seninle geleceğim” diyerek kalabalık polis topluluğunu yararak yanıma geldi. O sırada polisler onu tuttular. Ama o kendini öne atarak dudaklarıma bir buse kondurdu.
0_dilara00
Merhaba! Bu keyifli hikaye için çok teşekkür ederim. Ancak hikayeniz 350 kelime kuralına uymuyor ne yazık ki. 🙂 Bundan sonraki hikaye oyunlarında bol şans!
Korkudan ne yapacağımı bilmeyerek ,başımı salladım. hızlıca karşıdaki yarısı çökmüş binaya girdik. Az önce aklımdan geçen tüm her şeyi unutmuş yalnızca sirenlilerin bizi fark etmeden gitmelerini umuyordum. Biz derken? Yabancı adama döndüm. O da korkmuştu. Sessizce bekledik. Az sonra sirenliler binanın önünden hızla geçip gittiler. Derin bir oh çektim. Saatime baktım. geç kalıyordum.Hemen kimseye görünmeden eve geri dönmeliydim. Adama dönerek:
-yardımıcı olduğunuz için çok teşekkür ederim. Çok az zamanımız kaldı. Evime dönmeliyim. Tam kapıdan çıkacağım zaman kolumdan tuttu.
– Lütfen yardımcı olun evim yasak bölgede kaldı geri dönemem ve kalacak bir yerim yok. Kapaklar açılacak. Kalacak bir yere ihtiyacım var.
Ne yapacağımı bilemedim. Zamanımız da daralıyordu. Virüs taşıyıp taşımadığı bile belli değil,ayrıca yasaklı bölgeden kaçmış. Ama Onu burada bırakacak kadar rahat bir insan değildim.
‘Tamam, ama zaman dolar dolmaz gideceksiniz. Başını salladı. Hemen harekete geçtik. Virüsün tedavi edilemez duruma geldiği zamandan beri her akşam 8-9 arası. Şehri saran demir kapaklar açılırdı. sokaklara yayılan yeşil duman bayıltıcıbir gaz salgılıyordu. Duman bittikten sonra bayılanlar toplanır laboratuvarlara götürülürdü. Deneylerde kullanılıyor işe yaramaz, virüslü olanlar imha ediliyordu. İşte şu an ölümüne koşmamız kapakların açılmasına son on beş dakika kalmasıydı. Koşa koşa evin bulunduğu sokağa geldik. Sirenliler sokağı kontrol ediyorlardı. Ha sirenliler mi kim bir nevi devlet askerleri. Başıboş kimsesizleri ya da sokakta olanları yakalayıp götürüyorlardı. O anda bizi fark ettiler. Geri dönüp kaçmamıza zaman kalmadan sırtımda yakıcı bir acı hissettim. Sanırım game over.. gözlerimi açtığımda henüz ölmediğimi anlamıştım. Laboratuvardaydım. Ellerim kelepçelenmişti. korkuyla beklemeye başladım. Kapı açıldı ve mavi bir üniformayla sokaktaki o adamı gördüm. Şaşkınlıkla ona bakarken, ‘laboratuvara hoş geldin simra, seni avlamak kolay oldu testlerin yapıldı şanslıymışsın virüs taşımıyorsun.’ Neler olduğunu anlayamadan iki doktor içeri geldi. ‘ uyandın demek güzel. Seçilmişlere katıldın. Laboratuvar ve tabi ki devlet için çalışacaksın. İkinci bir seçeneğin de yok.’ Beynim duygu karmaşasıyla çalkalanırken, bir silkelenmeyle kendime geldim.
-hanımefendi kalkın acele etmemiz gerek! Kurduğum senaryoya içimden bir alkışladım. Filmi çekilirdi hakikaten. Mani gerçekten beni etkilemişti. Başımda bekleyen Adama dönerek: beyefendi sağ olun , evim zaten şurası bir hava almak için çıkmıştım. Adam başını sallayarak hızlıca uzaklaştı. Bunalmış ve sıkılmış bir şekilde apartmana geri döndüm. Eh senaryoyu devam ettireyim madem.
İnstagram: busrabykbngl
Kimdi bu adam, neden beni karşıdaki binaya götürmek istiyordu? Şaşırmıştım, onun yüzündeyse mutlu bir ifade vardı. Biraz bakıştıktan sonra genç adam konuşmaya başladı.
“Sokağa çıkma yasağı varken dışarıda durmamalısınız. Polisler birkaç sokak ötede. Hızlı olun yakalanmadan gidelim!”
Haklıydı genç adam, bugün de yasak vardı. Bir hava alayım diye çıkmıştım ama kabul etmeliyim ki düşüncesizlik etmiştim.
Karşı binadaki dairesine girdiğimde şoka uğradım, Mani oradaydı. Genç adamın onu öpmesiyle başımdan kaynar sular döküldü. Ne yani, benden ayrılalı az bir zaman geçmişken beni unutmuş muydu? Aklımda deli sorularla bakıyordum ikisine. Beni unutmuştu, sevmiyordu artık bunu kabullendim ama kendinden bu kadar yaş küçük biriyle mi beraberdi? Mani’nin sesi düşüncelerimden uyanmamı sağladı.
“Tanıştırayım sevgilim, kendisi benim eski erkek arkadaşım Demir. Sizi daha uygun bir şekilde tanıştırmak isterdim ama onu görmen güzel bir tesadüf olmuş.”
Utanmadan hâlâ gülümsüyordu genç adam.”Memnun oldum ben de Burak.” diyerek de elimi sıkmıştı. Neydi bu saçmalık? Allahım sabır ver ne olur diye söylendim kendi kendime.
Delirmiştim, koşarak solumda duran mutfağa girdim,çekmeceleri karıştırdım, bulduğum ilk bıçağı alıp yanlarına koştum. Ne yapıyordum ben? Öldürecek miydim yani onları? Maniyle göz göze geldim, belki ayrılmıştık ama sevmiştim onu, nasıl canına kıyabilirdim ki? Bıçak elimden bir anda düştü, tam o sırada kafamda bir ağrı hissettim…
Gözlerimi açtığımda karşımda altmışlı yaşlarda bir adam duruyordu. Çok geçmeden konuşmaya başladı.
“Tebrikler, simülasyonu başarıyla tamamladınız. Tüm öfkenize rağmen cinayet işlemediniz. Şu ana kadar oyunumuzu deneyen 120. kişiydiniz. Sizden önce herkes katil olmayı tercih etti ama siz yapmadınız.”
Şimdi hatırladım, bu oyuna kayıt olmuştum ve bilincim kapalı olacaktı. Eğer ki cinayeti işlemezsem büyük ödülün sahibi olacaktım. Yaşanan her şey gerçek gibiydi ve başarıyla tamamlamıştım oyunu. Karşımdaki koltukta oturan yaşlı adama seslendim.
“Bu oyuna kaydolmadan önce büyük ödül dediniz, nedir bu ödül?”
“Büyük ödül kendinsin evlat. Zor durumda kalsan bile kimseye zarar vermezsin, bunu anlamış oldun, bu paradan bile değerli. Kendinle gurur duy, iyilik hep seninle olsun.”
Doğruydu, büyük ödül bendim; iyi kalpli, öfkesine hakim olan ben…
@ali-bilal-utkulu
O an ne yapacağımdan emin olamasam da yaklaşan siren sesleri beni harekete geçirdi ve elimi adamın eline uzattım. Hızlıca binanın içine girip merdivenlere oturunca bir an ikimiz de sessizleştik. Sessizliği bozan O oldu.
“ İyi misiniz?”
“ İyiyim bir şeyim yok, sağ olun.”
“ Sizce ne zaman sona erecek tüm bunlar?”
Bu soruya verebilecek bir cevabım yoktu maalesef. O yüzden sorusuna sadece omuz silkmekle yetindim.
” Eviniz yakınlarda mı? Yasak olduğunu mutlaka biliyorsunuzdur öyleyse neden çıkmıştınız dışarıya? Diziniz yaralanmış isterseniz sizi bırakabilirim etraf sakinleşince.”
Sahi ben neden çıkmıştım dışarıya? Ah doğru Mani aramış ve ne olursa olsun yanına gitmemi istemişti çünkü O gelemezdi. Yoksa aramamış mıydı? Ne evim ne de artık Mani’nin kaldığı yer buralarda değildi. O zaman ben buraya neden gelmiştim. Başım ağrımaya başladı. Adam bana bakıyor ve bir cevap bekliyordu.
” Buraları çok iyi bilmiyorum doğrusu. Bir arkadaşıma gitmeye çalışırken kayboldum sanırım.”
” Tamam benim de iznim bitmek üzere eve dönmeliyim, evim alt sokakta. İsterseniz oraya gidelim. Ya da evinize gidebilecekseniz evinize dönün lütfen. Arkadaşınızı göremezsiniz bu durumda. Buyurun çıkabiliriz artık.”
Kapıdan çıkıp yürümeye başladık. Adama kendi evime gideceğimi belirtmiştim ama onunla yürümeye de devam ediyordum. Başımdaki ağrının şiddeti gittikçe artarken evinin önüne kadar yürüdük. Vedalaştıktan sonra kafamı çevirip evin karşısındaki mezarlığı görmemle gözlerim bir an karardı. Birden her şey durdu. Baş ağrım durdu, sanki dünya dönmeyi durdurdu. Neden buraya geldiğimi anlayınca yere yığıldım. Buraya geldim çünkü Mani beni çağırmıştı. Mani buradaydı. Toprağın altındaydı. Hastalık Mani’yi almıştı benden. Ben onu aramazken ona kızarken en çok da beni aramadığı için kızarken onu kaybettiğimi öğrenmiştim günlüğü okuduğum gün. Zihnim beni sürekli aldatıyordu. Keşke bu da aldatmacalarından birisi olsaydı. Arkama baktım tekrar. Adam çoktan kaybolmuştu.
Durdum ve mezarlığa, Mani’ye baktım uzun uzun. Ben taşa takılıp düşmemiştim ki. Olanları düşündükçe yürüme gücü bulamamış yere bırakmıştım kendimi…
@yagmurso4
Peş peşe birkaç adım atınca her şey unutulur, eskir diye düşündüm. Sonuçta mucize dedikleri şey kendiliğinden tıpış tıpış gelmezdi insanın ayağına. Adamın içindeki telaşı, sırtıma dokunarak hissetmemi sağlaması kabul edilebilir bir davranıştı bu açıdan ama gördüklerimi unutmam veya yok saymam için yetersizdi. Yürüdük. Dönüp arkama bakmadım hiç. Adamın gözlerini kullanmak, benim yerime de korkması gibi, iyice hafifletmişti beni.
Benim yapımda, hayata tahammül etme uğraşı içinde olan insanların kolay kolay ısınamayacağı soğuklukta bir deniz gibiydi burası. İyileşmek benim için, kaldığım yerden devam edebilmekti. Daha iyi olmayı önemsemediğimi, beni tanıyan herkes bilirdi. Ama yazmak… Çocukluk tutkularımın ötesine geçip, her defasında başka ve çok farklı bir kahraman yaratmak… Sonra o kahramanların içerisinde kendimden parçaları, bir tohum nezaketinde ekip toprağa gömmek… İçimdeki varoluş çizgisinin uzayıp giderek ulaştığı adreslerden bir tanesi olan yazma tutkusunu bırakmak, olasılık dışı olmuştu her zaman. Kalbime iliştirdiğim notları, her sabah kahvaltıdan önce bir defa muhakkak alıyordum. Bu yüzden uyanmak güzeldi. Tekrar gözlerimi açtığım dünya, fiziksel ızdırabı, çektiğim ruhsal işkencelerin üzerine ilave etmiş olsa bile, uyanmak güzeldi benim için. Uyanık olma halini, sıcak yatağın içinde hapsolup, ne düşündüğümü hatırlamayacak vaziyette pineklemeye yeğlerdim her zaman. Yazı yazmaya çok benziyordu içinde bulunduğum durum. Hayattaki tercihimi de ona göre belirlemiştim zaten. Ya yazan kişi olacaktım ya da okuyan. Bu, ilk akla gelen ikilemdi ama ben, üçüncü bir alternatif bulmuştum kendime. Üçüncü ve çılgın bir seçenek daha vardı. Doğal, gösterişten uzak ameliyathanem. İçeri girer girmez bana “Hoş geldin” der gibi bakıyordu dağınık duran eşyalar. Epey güvende hissetmiş olmalıyım ki, adamın ellerini düşürmüştüm omuzlarımdan. Sonra şaşkın bakışlarını bertaraf eden bir cesaretle, özgüvenimi sesimle desteklemekte de gecikmemiştim elbette: “Başlamadan önce soru sormak ister misin?”
Karşıya geçtiğimizde, bodrum katına indik. Kömürlüğün sokağı gören penceresinden dışarıyı gözlüyordum. Polis gittiğinde dışarı çıkacaktım.
“Ferman ben.” dedi. Ben de konuşmaya başladım.
– Mirza ben de.
Bir adım geri gidip sordu.
-Yakışıklı görünüyor muyum?
Yüzündeki mahzun gülümsemesiyle bana bakan adama şöyle bir baktım. Çok yakışıklı sayılmazdı ama güler yüzlü ve bakımlıydı. Ki, bu yeter de artardı. Onun heyecanlı ve sersem halleri neşemi yerine getirmişti.
-Muhteşem görünüyorsun abicim de, hayırdır?
-Şu karşı apartmanda oturuyorum. Hapisten yeni çıktım. Karımın haberi yok, tahliyemi bir ay sonra sanıyor. En son bir ay önce görüş gününde gördüm onu. Sonra da bu olaylardan dolayı evden çıkamadı. Bayrampaşa’dan buraya gelene kadar eve virüs getireceğim diye ödüm koptu. Peki sen niye dışarıdasın?
-Öyle kafamı dağıtmak için çıktım. İhtiyacım vardı.
Konuyu değiştirmek istedim.
-Sen niye girmiştin hapise abi?
Bir anlık tereddütten sonra utana sıkıla “Adam öldürdüm.” dedi. İrkildim. “Korkma” dedi. “Şu an benden farksızsın. Gereksiz yere dışarı çıkmışsın. Adam öldürmek için illa eline silah alman gerekmez.”
Siren sesleri kesildi. Ama polis aracı değil, ambulanstı bu. Karşı apartmanda durmuşlardı. Ambulanstan beyaz tulumlu üç kişi çıktı. Sesleri geliyordu.
-Apartmanı da karantinaya almamız gerek.
Kadın bizi aradığında öksürüyorum dedi, ateşi de varmış. Bence başka bir şey olamaz.
Bu hemşirenin sesi Mina’nındı… Nişanlımın ambulans hemşiresi olduğunu biliyordum elbet ama her gün ölümle bu derece burun buruna geldiğini bilmiyordum. Mina’nın merdivenleri hızla çıkışını ve sedyeyle aşağıya bir kadın indirişini izledim. Ferman abi bir feryat kopardı.
-Olamaz, Meryem’imi götürüyorlar!
Hemen kömürlükten çıkıp yola koştu. Karısına yaklaşmak istedi ama izin vermediler. Meryem onu görünce ağlamaya başladı. Karşılıklı ağlıyorlardı. Mina konuştu:
– Pendik Devlet Hastanesine götürüyoruz beyefendi.
Sesi titriyordu.
– Tamam, geliyorum.
Ferman sevdiğini korumak için hapishaneden eve gelirken bile tereddütlüydü. Ama ben bencilce dışarı çıkmıştım. Ferman’ın böyle bir şansı da yoktu. Onlar 15 yıldır karantinadaydılar. Bize ise ölüm bu kadar yakınken Mina ile birbirimizi nasıl da kırmıştık… Utancımdan kıpkırmızı, kömürlükteki temiz gazete kağıtlarının birine kömürle şunu yazdım:
“Özür dilerim Mina’m”
Bir taş bulup gazeteyi etrafına sardım. Dışarı fırladım. Taşı Mina’nın ayaklarının dibine fırlattım ve koşarak eve gittim. Yüzünü göremedim ama bana gülümsediğine eminim.
@nagehan.usta
Genç adam ile beraber karşı binaya girdik. Siren sesleri giderek daha yakından geliyordu. Girdiğimiz binanın giriş kapısından uzaklaşmış soğuk mermer merdivenlere oturmuştuk. Genç adam fısıltı ile bana bir şeyler anlatıyordu. Ama ben dinlemiyordum. Aklımda şimdi yalnızca Mani vardı. Onun yanına gitmek istiyordum. Düşündüğüm tek şey buydu.
-Dostum beni dinliyor musun?
Genç adamın sorusu ile düşüncelerimden biraz olsun uzaklaştım ve sorusunu cevapladım.
-Evet. Evet dinliyorum.
-Anladın değil mi? Polisler gidene kadar bekleyelim sonra da hızlıca evlerimize döneriz. Şimdi onlara neden dışarıda olduğumuzu anlatmaya kalkışsak bizi dinlemeyeceklerine eminim.
-Benim Mani´nin yanına gitmem gerekiyor.
-Mani senin çocuğun mu?
-Hayır. Hayır o benim sevgilim.
-Bak dostum, seni anlıyorum. Ama şuan gidemezsin. Tamam mı? Biraz beklemeliyiz.
-Ama Mani´yle konuşmam lazım.
Bir yandan konuşurken bir yandan da sırt çantamdan günlüğümü çıkardım.
-Bak buraya yazmışım. En son kavgamızda onu çok kırdım. Eğer unutmamış olsaydım çoktan yanına giderdim. Ama yazıyı daha bu sabah okudum.
Bu arada genç adam ve ben günlükte kavgamızın yazılı olduğu sayfayı okumaya başladık. Sayfada gözümden kaçan birkaç satırın daha olduğunu fark ettim. O satırlarda şöyle yazıyordu. ” Mani sürekli haplarımı düzgün kullanmamı söylüyor. Benden korkuyormuş. Tuhaf davranıyormuşum. Oysa ben zaten haplarımı düzgün kullanıyorum. Ama hiçbir işe yaramıyorlar. Her şeyi unutuyorum.”
-İşte bu kavga yüzünden beni terk etti.
Tam bu sırada binanın kapısı gürültü ile açıldı. İçeri giren polislerdi ve beni gördüler.
-Bu binada mı oturuyorsunuz beyefendi?
-Hayır. Ben Mani´nin yanına gidiyorum. Evim burası değil.
-Mani kim? Az önce kiminle konuşuyordunuz? Mani ile mi?
-Hayır. O benim sevgilim. Onun yanına gideceğim. Ben o adamla konuşuyordum.
-Hangi adamla?
Elimle merdivende hemen sağ tarafımdaki boşluğu işaret ediyordum. Evet, boşluğu. Genç adam yoktu. Polisler adamı binada ve tüm sokakta aradı. Ama bulamadılar. Polis arabası ile götürülürken düşündüğüm tek şey genç adamın da zihnimin bir oyunu olup olmadığıydı.
@sessizbirokur_
Hiç düşünmeden kendimi attığım daha doğrusu sürüklendiğim bu metruk binada sadece iki kişi olacağımızı sanıyordum ben. Fazlasıyla yanılmıştım. Bir yandan acıyan kolumu ovuşturuyor, bir yandan da etrafımdaki insanlara bakıyordum. Hepimiz korku dolu gözlerle birbirimizi izliyorduk. Maskelerimizin yarı yarıya kapattığı yüzümüz, endişe ve korku dolu gözlerimizi gizleyemiyordu. Ne bekliyorduk ki? Tek başımıza mı olacaktık dışarıda?
Siren sesleri kesilmişti. Beni buraya getiren genç, “hangi sebep seni dışarı attı?” diye sordu. Ne söyleyebilirdim ona? Yuvarlatılmış bir cümleyle karşılık verebilirdim sorusuna. Ya da her şeyi olduğu gibi anlatabilirdim. Hani otobüs yolculuklarında döker ya insanlar içlerini, ilk kez karşılaştıkları birine. Nasıl olsa tekrar görüşmeyecek olmaktan mı çıkar ağızdan o kelimeler? İç dökerek rahatlayacak olma hissinden mi bütün bunlar? Ne olacaksa olsun diyerek yanıtlıyorum sorusunu: “İçim sıkılıyor genç dostum, canım fena halde sıkkın. Sanki her şey yolunda gibi görünüyordu ama hiçbir şeyi yoluna koyamadım, yapamadık, olmadı. İkimizden kaçarken burada buldum kendimi işte.”
“Gel hemen,” diyor. Bu sefer çekiştirmeden. Binadan çıkıyoruz. Daha önceden fark etmediğim dar sokaklardan geçiyoruz. Yakalanma korkumuzu o eski binada bırakmış, ilerliyoruz tek kelime etmeden. Sabahın bu kör saatinde bu yabancıyla nereye gidiyorum ben? Mani’ye gitmek için çıktığım bu yol beni ondan daha çok mu uzaklaştırıyor? Üstelik dışarıda nefes almak yasakken, hayat durmuşken…
Ne kadar yürüdük hiç bilmiyorum. Ne saatim ne telefonum var yanımda. Eski bir pasajın önündeyiz. Yabancı, sırtıyla ittiriyor kapıyı. Loş ışık altındaki tüm dükkânlar kapalı. Pasajın ortasında küçük bir havuz var. Cebimi karıştırıyorum istemsizce. Gülüyor yabancı. “Demek sen de inanıyorsun benim gibi,” diyor. “İnanmaya inanıyorsun. Hadi şimdi bir dilek tut ve gönder dileğini.” Dediğini yapıyorum. Havuzun dibindeki berrak suda sadece benim dileğim ışıl ışıl parlıyor. Gülüyoruz, tam olarak neye güldüğümüzü bilmeden. Havuzun bu dileği gerçekleştirmek zorunda olmasına mı, kendimize mi, dünyanın vaziyetine mi?
Çöküyoruz olduğumuz yere. Çatıdan orta yere ince bir ışık süzülüyor. Her şey normale döndüğünde çekip gideceğim buralardan. “Gitme” derse kalırım ama diyeceğini hiç sanmam. Denerim ama. Eve ulaşır ulaşmaz fikrimi açıklarım ona. Göze alıyorum artık, ne olacaksa olsun. İş bulana kadar beni iyi kötü idare edebileceğini düşündüğüm birikimim var.
Sormuyor ne dilediğimi, ben de söylemiyorum. Sonra bir bakıyorum, yok. Gitmiş yanımdan. İçimde, her şeyi ardımda bırakacak olmanın hafifliği…
Geliyorlardı de mi? Her zaman yaptıkları gibi. Ve asla da durmayacaklardı, ta ki kemiklerimi çevreleyen eti yakalayana, günahların inkarnasyonu olan sefil yılan gibi ruhuma sızana dek.
Bilmiyor muydum sanki geldiklerini!? Doğduğum günden beri, her gün, her gece… Sirenden çıkan o ses sanki bana bir şey söylemeye çalışıyordu. Tanıdık bir ses gibiydi. İğrenç bir histi çünkü o sesle aramda bir kan bağının olduğunu hissediyordum.
Sirenler ahenksiz bir senfonide söylenen bir ağıttı sanki ve benim zihnimde tek bir şeyi canlandırıyordu
“Gel benimle. Vücudunu kara kollarıma teslim et ve beraber dans edelim, henüz doğmamış yıldızların kutsal ışığı altında, yaşam nehrinin leş kokan sularında.”
Bitmek bilmeyen bir şehvetle kulaklarımı kanatıyor ve beni çağırıyorlardı!
Bunun verdiği ızdırap yetmezmiş gibi genç adam elimi bir kapan misali tutuyor, adeta tırnaklarını ruhuma geçiriyordu.
“Bırak beni!… Alıp götürsünler!” fakat nafile, çığlıklarım tüm varoluşu parçalıyor ama ona ulaşmıyordu
Kolunu yumrukluyor, vahşi bir hayvan gibi elini tırmalıyordum ama o halen daha beni bırakmıyor halen daha beni bahsettiği o binaya sürüklüyordu.
“Yalvarırım bırak!… Hayır, hayır, hayır! İstemiyorum!” O an gözlerimden kanlar aktı çünkü onun bina dediği o yeri görmüştüm. Damarlarımdaki kan donmaya, koyulaşmaya başladı. Bina… Cehennem’in dokuzuncu katmanından daha soğuk, Şeytan’ın Pandemonyum’undan daha korkunç… Bu bina benim çocukluğumu geçirdiğim evdi…
Genç adam, Siren sesleri, gözlerimden akan kan… hepsi aniden durdu. Sanki dünya ve yaradılış parçalara ayrılıyordu. Sonra genç adamın omzu hareket etti. Yüreğimi tanımsız bir korku kapladı, ruhum benliğimden kaçmaya çalıştı. Adam yüzünü bana çeviriyordu, yavaşça, sessize… ve tüm evren sallanıyordu, hüzünlü bir harmoniyle.
Genç adam bana bakıyordu… Ben ise bir aynaya… Gözlerimden akan kan küllere döndü ve korku ciğerlerime yapıştı. Çığlık çığlığa kaldım. Sanki çığlığımdan çıkan nefesim değil ruhumun kalan parçalarıydı… Sadece korkuyu hissettim… Hüzün, acı, özlem bunları hiçbiri yoktu… Sadece korku
Aniden gözlerim açıldı. Hastanedeydim. Sol tarafıma baktım. Kolumda bir serum, cam kenarında üzerinde “Mina” yazan oyuncak bir bebek yanında da bir günlük. Sağ tarafıma baktım. Hemşirenin bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Hızlıca kapıya doğru koştu ve odadan çıktı, ağzından dökülen kelimelerse bir komedyadan doğmaydı “Hasta komadan çıktı!”
Oturduğumuz semt pek zengin semti sayılmazdı.Yıkık dökük evler çoğunluktaydı. Adam bir yandan beni tedavi etmeye çalışıyor bir yandan küfürler savuruyordu. ‘’ Köpek sürüleri! Ne yaptığınızı bilmediğimizi mi sanıyorsunuz?!’’ dediğinde pencereden geçen ambulans ikimizi de tedirgin etmişti ve kafamızı eğdik. Ufak bir sessizlikten sonra adam ismimi sordu. Güçlükle Sam diyebildim. ‘’Ben de Martin,aksak avukat’’ dedi. Sandalyeye doğru topallayarak giderken tuttuğu evrağı kenara koydu.
– Sokağı çıkma yasağını duymadın mı evlat
– Umrumda değil virüs.
Aklımda Mani vardı. Adam dediğimi duyunca beni küçümser bir edayla kahkaha attı.
– Virüs mü? Hala virüs mü var sanıyorsun?
Anlayamamıştım.
– Ne?
– Hala nasıl anlamıyorsunuz?
– Ne diyorsun ? merak başımın ağrısını biraz azaltmıştı.
– Neden ambulanstan kaçtığımızı hiç düşündün mü?
– Ambulanstan mı kaçtık?
Ambulanslar riskli araçlar olarak televizyonlarda lanse ediliyor ve yaklaşılmaması tembihleniyordu.
– Hala anlamadın mı? Camdan dışarı bak aptal!
Kalbim patlayacaktı. Dışarıda yerde yatan iki insan vardı. Göğüslerinden vurulmuşlardı ve bir sağlık çalışanı üniforması giymişlerdi.
Adam kenarda duran evrağı bana doğru attı. Açıp baktığımda bir doktorun adam öldürmekle suçlandığı dava dosyasını gördüm ve az kalsın bayılıyordum . Mani’nin babasının ismi yazılıydı.
– İlk başta adamın masum olduğunu düşünmüştüm. Araştırmaya başladım ve 1 hafta önce kavga ettiği başka bir doktoru buldum. Ne dedi biliyor musun? ‘’Her gün ölüm tehditleri alıyorum nolur yardım et! Polis deli olduğumu düşünüyor! O adam bir katil! Zenginler yaşam alanı pahasına fakirleri öldürüyor! Devletin ileri gelenleriyle konuşmaları duydum ama söylediğim zaman kimse inanmadı!’’
– O adamın 2 gün sonra virüsten öldüğü yazılıydı. Anlıyor musun? Virüs kontrol altına alındı ve şimdi kontrollü olarak bulaştırılıyor! Beni davadan attılar ve bu semte sürüldüm. Şimdi dışarı bakarken seni gördüm ve arkandan yaklaşan o iki sağlıkçıyı. Zenginler yaşam alanı pahasına fakirleri öldürüyor!
Kafamdan kaynar sular dökülmüş. Virüs… Mani…
Yalan söylüyorsun hayıırr!! Diye bağırdım ve o anda bir ses işittik.. Dışarı baktığımda ambulansı bizim bulunduğumuz yola doğru dönerken gördüm…
Ertesi gün haberlerde gündem şuydu:
Son dakika! Aksak avukat diye bilinen ünlü avukat Martin virüsten hayatını kaybetti. Öldüğü yerde yanında bir kişi daha bulundu ve onun da virüsten öldüğü tespit edildi. Nispeten geliri yüksek semtlerde virüsün azaldığı fakat daha düşük semtlerde virüs artışı devam ediyor.
instagram: cemalbkarakurt
Adamın telaşla çatılmış kaşları bana acele etmem konusunda sinyal veriyordu. Hayatımda ilk kez o an tanımadığım bi adama güvenmeyi seçtim ve elini tutarak söylediği binaya koşmaya başladık. Binanın kapısına geldiğimizde polisler bizi çoktan fark etmiş üzerimize koşuyorlardı. Koşarak binanın bodrum katına sığındık. Adam cebinden anahtarları çıkardı . Sekiz- on anahtarın içinden doğru anahtarı buldu ve kapının kilidini açtı. Tanımadığım bi adamla burada ne yaptığımı sorgularken nihayet adam konuştu. ‘seni uzun zamandır takip ediyordum’. Korkudan göz kapaklarım titremeye başlamışken adam ışıkları yaktı. Gördüğüm manzara karşısında dilim tutuldu ,nefes alamadım. Burası kilerden daha çok tüm duvarları kağıtlarla kaplı bir hastane odasına benziyordu. Ortada kaşıkçı elması gibi özenle korunan, kare büyük bir fanusun içindeki şırıngayı gördüm. ‘ Burada gördüğün her şey aşı için özel olarak hazırlandı. O gördüğün polis kıyafetli adamlar aslında bu virüsü insanlara bulaştıran büyük bir teşkilatın ajanları. Ve bu daha tamamlanmamış olan aşının peşindeler. Gözlerimi şırıngaya dikmiş bunun benimle olan alakasını merek ederken adam gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Ve son vuruşunu yaptı : Antikorlar sende!
Başımdan kaynar sular döküldü. Sanki bir bilim kurgu filminde ölmeyi bekliyordum. Başımı sallayarak ‘anlamıyorum’ dercesine adamın gri gözlerine baktım. Adam her şeyi planladım dercesine baktı . Gözlerimle onu takip ettim. Adam ceketini askılığa asıp eline aldığı bir değnekle küflü tahtanın önüne geçti. Sanki bir tıp öğrencisine ders veriyormuş gibi önüne tebeşirle çizdiği insan anatomisindeki akciğerlere dokundu. ‘Bu virüs ne yapacağına kodlanmış , planlı bir şekilde istediğini elde ediyor. Akciğerlerde yapıştığı alveollerin besininden faydalanıyor. Yetersiz beslenen alveoller kendilerini öldürüyor. Bizim asıl hedefimiz alveolleri virüse dirençli hale getirmek. Sen haftalardır dışardasın ve virüs senihasta etmiyor. Hiç farketmedin mi? Başımı iki yana salladım.’1300’lü yıllarda ortaya çıkan veba salgınında senin deden aşı üretiminde görev yapan bir doktormuş. Ve aşıyı bulmuş. Tam aşıyı teslim edecekken hastalığın belirtilerinin kendisinde de olduğunu farketmiş. Aşıyı teslim etmekten vazgeçmiş kendisine uygulamış ve bunu ömür boyu gizlemiş. Olay ölümünden sonra anlaşılmış. Yani dedenin bağışıklığındaki antikorlar şuan senin vücudunda. Bana yardım edecek misin?’
Narkozun etkisiyle gözlerimi araladım. Bu ameliyat masasında ne yapıyordum. Ama tek bir şey biliyordum oda insanlığı kurtaracağımdı. Doktor ‘başlıyoruz’ dedi . İşte tam o anda kapı kırıldı. @kubratopaal
Biliyorsunuz, bizi görmemeliler. Kolumu boynundan geçirdi, bedenim sanki ölü bir kan parçasıydı. Yardım edemiyordum. Karşı binaya vardık sonunda. Apartmanın merdivenlerinde oturdum. Biraz soluklandı adam sonra elini iki yana salladı eyvallah dedi çıktı merdivenleri. Soğuk mermer vücudumu eritti sanki, kafamda Mani’nin yüzünü bir ağırlık olarak taşıyordum. Boynumun hemen sağ tarafından giren bir soğuk kapladı bedenimi. Gözlerimi kapattım, bütün dünyayı içime çekerek derin derin soludum. Açtım. Yanımdaydı Mani. Saçları gecenin karanlığından ikiye ayrılmış gibiydi. Karşıya bakıyordu, öylece karşıya. Şimdi ikimizde bir apartman merdiveninde oturuyor olmuştuk. Gözlerimi ondan aldım. ‘Nasılsın’ dedim sessizce. Gözlerini karşı duvardan sürükleyip göz bebeklerime getirdi. ‘Bu bir hayal dedi, biliyorsun dimi.’ Gülümsedim, yanağımda uçsuz bucaksız çukurlar oluştu. ‘Biliyorum.’ ‘Biliyorum ama Mani anlayamıyorum. Bu bir hayalse, gerçek senle neden hiç karşılaşamıyorum. Gözlerim niye kararıyor hep? Niye hep benden biriymişsin gibi dolaşıyorsun ensemde?’ sustuk bu kez. Karşıya bakıyordu. Dönüp bir daha bakamadım, çünkü bakarsam ben değil artık o oluyordum. İçim ürperiyordu, apartman soğuktu, uçuyordu saçları omzuma dökülüyordu sanki bir bir. ‘Kimim ben?’ Dedim. Bu kez gözbebeklerine daldım ucuz bakışlarımla. ‘Söyle Mani, Lütfen söyle bana. Kimim ben?’ Ses yoktu. Apartman kurduğum son cümleyle yıkılmıştı sanki. Derin bir soğuk giriyordu Mani ile ‘ben’im arama. Elimi alnıma götürdüm. Gözlerimi elledim, varoluşuma döndüm. Yüzümün her köşesini hatırlamaya çalıştım. Olmuyordu, çoktan unutulmuştu hepsi. Mani susuyordu hala. Gözleri karşıdaydı, karşıda birisi olsa gözleriyle onu keşfedecekti sanki. Saçları yeniden yeniden savruldu yüzüme. Ellerimle yüzümü yoklamaya çalıştım, olmadı. Anlıyordum artık, kaçık bir kayboluşcuydum. Belki yıllar geçti belki saniyeler bilmiyorum. Bildiğim her şeyi unuttuğumdan beri çok zaman geçmişti, işte tam o anda dünyanın bütün cümleleri toplandı Mani’nin dudaklarına. ‘’Sen bensin! ‘’ dedi ve devam etti, saçları uçuşuyordu gözlerime doğru. ‘’Sen hep bendin. Hiç sen olmadın ki. Sen yoksun, bir ismin, bir yüzün bile yok.. Sen yoksun… ‘’ İşte o an gözlerimi kapatmayı denedim, olmadı. Kapatmadım, öylece karşıya baktım. Tekrar ettim. ‘’Sen bensin, ben senim. ‘’
Banu Gün, ins:@nurbanugg
Adamın bana uzattığı eli tuttum ve ayağa kalktım. Sonra onu takip ettim. Karşımızdaki binaya doğru yürüdük. Kapının önüne geldiğimizde cebinden bir anahtar çıkardı. “Ben gideyim.” dedim. “Olmaz,” dedi, “yaklaşıyorlar, gelin. Yoksa…” diye ekledi. O sırada siren sesleri daha da yükseldi. Belli ki araç yaklaşıyordu. Sokakta bizden başka kimse yoktu. Kabak gibi ortadaydık. “Kimsiniz?” diye sordum. “Size yardım etmeme izin verin. Beni Mani gönderdi.” Dedi. Bu son söylediği beni şaşırtmıştı. Bunun üzerine onunla birlikte içeri girdim. Biz içeri girdikten sonra ardımızdan kapıyı örttü. İçerisinde bir yataktan başka bir şey olmayan bir odaya yönlendirdi beni.
“Siz az önce… ne demiştiniz? Mani falan.” O sırada ağzımın ortasına yumruğu yapıştırdı. Bir anda arkamdaki yatağın üzerine yığıldım. Ne olduğunu anlayamamıştım. Cebinden bir bıçak çıkardı; ucu epey sivriydi. Bana doğru geldi. Ben hareket edemeden bıçağı koluma sapladı. Etimin derinliklerinde hissettim bıçağın ucunu. Etrafım bir anda aydınlanırken, ışıkların arasından gelen Mani’yi gördüm. Elinde sargı bezi vardı.
Bir anda irkildim. Tam o sırada elinde iğneyle karşımda karantina kıyafetleri içerisinde bir doktor gördüm. Kolumdaki ize bakınca iğneyi kolumdan az önce çıkarmış olduğunu anladım. İğneyi çıkarmasıyla uyanmıştım. “Evet,” dedi doktor. “Mani dedim. Eşiniz Mani hastalık belirtileri gösterdiğinizi bildirince buraya geldik. Testiniz pozitif çıktı. Ama eşinizde bir sıkıntı yok.”
Mani elindeki pamuğu masanın üzerine bıraktı. Doktor iğne yaptığı yere bastırdı pamuğu. Son uyarılarını yaptıktan sonra dışarı çıktı doktor. Siren sesleri uzaklaşan ambulans ile beraber gitgide azaldı. Eşim Mani’ye baktım; yeşil gözlerine… Aldığı haberle ne kadar üzülmüş olduğu belliydi. Canım karım. Onunla dün tartışmıştık. Hem de saçma sapan bir şey yüzünden. Şu virüs psikolojimizi altüst etmişti. Ona sarılmak istedim ama sarılamadım. Öylece kaldım yatağımın üzerinde. Ona “Seni seviyorum.” dedim. Gördüğüm rüya ile bu hastalığın bilinçaltımızı ne kadar işgal etmiş olduğunu bir kez daha anladım. Rüyamı eşime anlatmadım. Yıllar sonra bu hastalık çoktan yok olmuştu. Ama zihnimizde bıraktığı iz silinmedi. Hele ben… Ne zaman o günleri hatırlasam bu rüya gelir aklıma. Kolumda hissettiğim acı… Siren sesleri…
Yusuf Bulut
ysfblt2001
Uzattığı eli havada bırakarak ayaklandım. “Bana bu kadar yaklaşmamalısınız!”
O sırada siren sesleri iyice yaklaşmıştı. Bir, en fazla iki sokak ötede olmalıydılar.
“Eğer yaşamak istiyorsanız peşimden gelirsiniz aksi yakalanacaksınız.”
Mütereddit ediyordum ancak başka çarem yoktu. Siren seslerinden anladığım kadarıyla bir dakika içinde devriyeler bulunduğum sokakta olacaktı. Başımı tamam anlamında sallayınca, sırtını dönüp sık adımlarla yürümeye başladı. Karanlığın içine doğru onu takip etmeye başladım. Binaya girdik, genç adamın el feneri eşliğinde karanlığı yararak birkaç kat merdiven çıkıp, bir dairenin içine girdik. Daire de binanın geri kalanı gibi zifiri karanlıktı. Genç adam pencereye yöneldi. Perde, ufak bir aralık haricinde sımsıkı kapalıydı.
“İşte sizi buradan gördüm.” Dedi. “Düştünüz, bayıldınız sandım.”
Perdenin diğer ucundan sokağa baktım. Düştüğüm yerde artık ellerinde fenerleriyle devriyeler geziyordu. Sanki bir köpek gibi havayı kokluyorlar, bir şeyler arıyorlardı. Devriyelerden neden kaçtığımı bilmiyordum ancak içimde onlara karşı büyük bir kin ve kinden daha üstün gelen korku vardı.
“Onlardan neden kaçıyoruz. Beni neden kurtarma zahmetine girdiniz?”
Devriyeler bir sonraki sokağa geçtiğinde genç mumları yakmaya başladı. Gözüm masanın üzerinde duran gazeteye ilişti. Gazetenin tarihi bildiğim, yaşadığım tarihin çok daha ilerisindeydi. Bir an kadar sonra gözüm masanın üzerindeki fotoğrafa çakılı kaldı. Mani ve benim fotoğrafım yani benim ve odadaki diğer gencin fotoğrafı. Zihnim bu olanları kavrayamıyordu.
Gence baktım. “Anlayamıyorum…” dedim. Dehşete kapılmıştım.
Mani yaklaştı ve beni soğuk ama güven verici kollarının arasına aldı. Saçlarımı okşadı, öptü. “Anlayacaksın…” dedi. Beni sıkıca sarmaya devam etti.
Beynimde şimşekler çakmaya ve anılar zihnime üşüşmeye başladı. Birkaç yılın anıları bir anda zihnime doluştuğundan inanılmaz bir ağrı şakaklarıma saplandı. “Karantinaya girdiğimiz gün sana gelirken oldu bu…” dedim. Gözlerim dolmuştu. “Karantinada seninle olmak istedim ama yolda kaza geçirdim… Hafızamı kaybettim… Bir denizin dalgaları gibi gel gitli hafızam artık… Sürekli o güne dönüp duruyorum… O günden sonra ne hafızam düzeldi ve virüs dünyanın yakasını bıraktı değil mi? Ah Mani… Belki de her şey benim suçum… Sana o kavgada ağza alınmayacak laflar ettim. Özür dilerim Mani… Özür dilerim…”
Mani, sarılmaya devam ederek bizi koltuğa oturttu. “Önemli değil sevgilim…”
Gözyaşlarının, ıslaklığını kafa derimde hissediyordum. Beni uyutmak için hafifçe sallanarak en sevdiğimiz şarkıyı mırıldanmaya başladı…
İkimiz beraber binanın içine girdik. Siren sesleri önümüzden geçip uzaklaşana kadar orada durduk. Apartmanda yaşayanlar sesimizi duyup varlığımızı hissetmesinler diye sessizce bekliyorduk. Demin bana iyi olup olmadığımı soran adamın yüzünde ki korkuyu görüyordum. Omzuna dokundum. ”Sakinleş, iyisin değil mi?” Başını onaylarcasına salladı. Siren sesi uzaklaşmıştı. Apartmandan çıktık. Niye dışarıda olduğumu sordu, güler yüzlü sevecen birisiydi ama bu sevecenliği ona gerçeği söyleyeceğim anlamına gelmezdi.
-Çöpleri çıkarmıştım, sonra bir şeye takıldım.
-Aahahah. Bunun için saklanmanıza gerek yoktu. Eminim sizi anlarlardı.
Tebessüm ile karşıladım. Sormadım onun ne için çıktığını, iyi günler deyip uzaklaştım.
Şimdi yolda tek başıma, sessizliğin içinde ilerliyordum. Takılıp düştüm. Ne oldu diye arkama baktım. Hiçbir şey yoktu. Kendime daha çok kızdım. Gün içinde iki kez aynı hatayı yapmamalıydım. Hoş, hayatım boyunca bir hatanın peşinde koşuyordum ya!
Üstümü başımı silip önüme döndüm. Karşımda ki polis ise bana bakıyordu. Gözlerimi fal taşı gibi açmış ona bakıyordum. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalmıştım.
Sonra ne mi oldu?
3 bin 186 Tl para cezası yedim. Artık ne yapacağımı biliyorum. Mina’nın yanına gitmek için gerçek bir sebebim vardı. Yasak ortadan kalkar kalkmaz onun yanına gidip, onun yüzünden yediğim bu cezayı ona kuruşu kuruşuna ödettirecektim!
Bu kararı alır almaz evin yolunu tuttum ve bir kez bile düşmedim. Sanırım ilk kez doğru bir karar almıştım. Elimde ceza makbuzum, yüzümde bir gülümseme. Artık evimdeyim.
Az evvel baktığım yerde bomboş bir çocuk parkından başka bir şey yoktu. Şimdiyse genç adamın işaret ettiği yerde koca bir bina duruyordu. Kendi zihnimden başka herkese ve her şeye güvenebilirdim. Elimi uzattım. Binanın kapısında iri yarı bir adam duruyordu. Genç adam ona seslendi. Kapıyı işaret etti. İri adam umursamaz tavırlarla çevresine bakmaya devam etti. Genç adam bu kez cebinden bir kâğıt çıkardı. Kapıdaki adam, yine ilgisizce, önce kâğıda sonra genç adamın yüzüne baktı. “Sadece sen.” dedi. “O da benimle…” diyecekken “Sadece temizler.” diye sözünü kesti. Genç adam “Dorda’yı görmek istiyorum.” dedi bu kez. İri adam sinirlenmeye başlamıştı. Gitmek istediğimi söyledim. Genç adam beni durdurdu. “Az evvel içerideydim orada olduğunu biliyorum.” İri adam ikimizi de iyice süzdükten sonra beklememizi söyleyip içeri girdi. Genç adam endişelendiğimi görmüş olacak ki “Sakin ol, herkesin durumu aynı, şanslısın, seni fark etmeyebilirdim.” diyerek sağ elimi kendisine çekti. Bileğimi bir bilezik gibi kavrayıp dikkat kesildi. “Henüz iyisin, yine de acele etmemiz gerek.”
Kapı açıldığında maskeli bir adam alelacele dışarı fırladı. Bu Dorda olmalıydı. Maskenin altından boğuk bir sesle “O temiz mi?” diye sordu. “Hafif bir unutkanlık,” dedi genç adam “nabzı normal.”
İçeri girdiğimizde bir salon dolusu insanın kontrolden geçtiğini gördüm. Burası otelden bozma bir yerdi. Bir astronot kadar korunaklı görevliler sağa sola koşturuyor, hastalarla ilgileniyorlardı. “Neler oluyor!” diye sordum. Genç adam bana dönüp “Şanslısın,” dedi, “pek azı kurtulabilecek. Ne zamandır dışarıdasın?” Hafızamı zorluyordum. Ne var ki bir taşa takıldığımdan, Mani ile ayrıldığımdan, belli belirsiz bir suçluluk duygusundan başka bir şey gelmiyordu aklıma. “Hatırlayamıyorum.” dedim. Sonra “Mani,” deyiverdim. “Mani de kim?” dedi. Sanki genç adamın yüzüne iyice baksam her şeyi hatırlayabilecekmişim gibi geliyordu. “Kayıtlara bakabiliriz, bir yakının mı?” Bir süre daha düşündüm. “Evet, hem de çok yakınım. Ama yüzü… Hatırlamakta güçlük çekiyorum.” Birlikte kayıtların tutulduğu masaya yürümeye başladık. Genç adam önden atılıp “Mani.” dedi, “Kayıtlara bakabilir miyiz?” deyip bana döndü “Belki de buralardadır.” Bilgisayarın başındaki görevli ekrana ve genç adama baktı. Kalkıp görevlilerden birini çağırdı. Genç adımı apar topar uzaklaştırdılar. Ne olduğunu anlayamadan beni de bir odaya götürdüler. Görevlilerden biri yanıma geldi. “Sakin ol Mani iyi olacak,” dedi, “İsmini ve benliğini unutmak hastalığın kritik bir evresi.”
Fatih Dağdelen
Ins: fthdagdelen
Doğru söylüyordu. Hızlıca yerimden kalktım. Siren sesi yaklaşıyordu. Yabancı adamla birlikte karşı binanın kapısından içeri girdik. Nefes nefese kalmıştık. Şaşkın şaşkın birbirimize bakarken birden onu bir yerlerden hatırlıyorum hissine kapıldım. Yüzünde koruyucu maske olduğu için tam çıkartamıyordum ama gözleri çok tanıdık geliyordu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra dayanamadım: “Sizi bir yerden tanıyor olabilir miyim?” Ardından kendi koruyucu maskemi ve güneş gözlüğümü çıkardım. Ben yüzümdekileri çıkartır çıkartmaz yabancı adam coşkuyla atıldı: “Deva! Tanıyamadım seni. Şu tesadüfe bak…” Bu sırada o da maskesini çıkardı ve artık ben de onun kim olduğundan emin oldum. “Ya gerçekten ne tesadüf! Ben de seni tanıyamadım. Nasılsın Ceral? Çok zaman oldu değil mi?”
Ceral bana bir şeyler anlatmaya başladı ama dinleyemiyordum. Nedense dikkatim apartmanın zemin katının detaylarına takılıyordu. Merdiven tırabzanının kırılmış tarafı, posta kutularının rengarenk olması, asansör kapısının üzerindeki nazar boncuğu çıkartması… Hepsini daha önce görmüştüm. Ben buraya daha önce gelmiştim. Ama ne zaman? Ve kime? Hatırlayamıyorum.
Sanki benim bunları düşündüğümü anlamışcasına: “Ben burada oturuyorum biliyorsun Deva. Mani ile gelmiştiniz. Şeyden hemen önce… Ben çok üzgünüm Deva. Seninle cenazeden sonra tekrar konuşamadık. Hala inanamıyorum. Bir gün önce misafir etmiştim sizi. Yıllar sonra ilk defa buluşmuştuk Mani ile. Ertesi gün… Çok üzgünüm Deva çok!”
Birden her şeyi hatırladım. Neden durduk yerde düştüm, neden bu sokaktayım… Neden Mani ile ilgili müthiş bir suçluluk duyuyorum… Tanrım! İçim acıyor. Çok acıyor. Keşke hatırlamasaydım, keşke Ceral ile karşılaşmasaydık. Mani… Sevgilim, canımın yarısı! Senin öldüğünü nasıl unutabildim ben? Madem unutabildim, niye hatırladım yeniden? Nasıl dayanacağım şimdi ben bu acıya?
Tam üç ay oldu. Artık her şeyi hatırlıyorum. Cenazede baygınlık geçirmiş, günlerce hastanede kaldım. Sonra da psikiyatr kontrolünde ilaç kullanmaya ve terapi görmeye başladım. Maninin ölümüne dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Üç ay önce kavga ettik ve ayrıldık olarak zihnime kazınmıştı. Ama bugün farklı bir şey oldu. Uyandığımdan beri farkındaydım zaten. Kendimi birden Mani ile en son geldiğimiz sokakta buldum ve bir anda kendimi kaybettim. Taş falan yoktu. Düşmedim, kendimden geçtim.
@lalesanemsekercioglu
Ne olduğumu şaşırmıştım , ‘bu genç de kimdi?’ , ‘beni niye binaya götürmek istiyordu?’ ve ‘ben şuan neredeyim? ’ben bunları düşünürken siyah gözlü, uzun ve zayıf genç kolumu tutmuş beni binaya doğru götürüyordu. Kendimizi zar zor binanın içine attık. Ben gencin yüzüne baktım bana bir ana Mani’yi hatırlattı. Endişeli ve nazik bir şekilde
-Hanım efendi iyi misiniz? Diye sordu hemen ardından
-camdan dışarı baktığımda yerde baygın birini gördüm ve hemen koştum sizin dışarı çıkma yasağı varken burada ne işiniz var polisler devriye geziyorlar sürekli, yakalanabilirdiniz.
-Be ben hatırlamıyorum
Sonunda bazı şeyler yavaş yavaş anlıyordum ama hala bu genç ve bu bina bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Başım hala dönüyordu ve aklımda ki hatıralar çok bulanıktı benim iyi olmadığımı anlayan genç:
-İsterseniz şuraya oturun biraz.
Biraz sonra bizi camdan gören bir kadın elinde su bardağıyla yanıma geldi ve:
-İyi misiniz buyurun biraz su için.
Kadının bana nazikçe uzattığı bardağı aldım ve birkaç yudum su içtim yavaş yavaş kendime gelmiştim.
Tam o sırada karşıdaki dairenin kapısı açıldı. Evden çıkan adamın yüzünü gördüğüm anda kalp atışım hızlandı bu binayı nereden tanıdığımda şimdi anlamıştım bu MANİ’YDİ. Beni gördüğü anda gözleri doldu ve telaşlı bir şekilde yanıma geldi:
-İyi misin sen? Buraya nasıl geldin senden çok özür dilerim ben orada seni yanlış anladım o günden beri seninle konuşmak istiyorum ama bir türlü cesaret edemedim. Gözlerinin altı morarmış, zayıflamıştı .
-Mani ben seni çok seviyorum kavgamızın konusunu bile hatırlamıyorum kafam çok karışık kısa süreli hafıza kaybı ve havalelerim oluyor son günlerde seni kıracak şeyler dediysem çok özür dilerim ben seni kaybetmek istemiyorum ne olur beni bırakma.
-Ben seni asla bırakmayacağım söz hastalığının üstesinden de beraber geleceğiz senin yanından bir an bile ayrılmayacağım
O kadar mutluyum ki sanki sevdiğine kavuşmuş Cinderella gibi hissediyordum kendimi, gözlerim dolmuştu ve bir anda sessiz binayı benim hıçkırıklarım sarmıştı. Mani yanıma geldi ve bana sarıldı artık birbirimizi hiç bırakmayacağımıza söz verdik ikimizde bu süreçte birbirimizin kıymetini anlamıştık. Şimdiden kendimi daha iyi hissediyordum
Hatice OKUMUŞ
Kışın ayazından kavrulmuş yanaklarının üzerinden, unutulmuşluğun çaresizliği içinde gözlerime bakıyordu. Kaçamak, küçük masum bakışlar üzerimde, güneşin ayazında kavrulmuş yanık tenimde dolaşıyordu. İçimin ürperdiğini hissettim. Korkmuştum. “ bana karşı büfeden , size zahmet ama, su alır mısınız? Bu sıcağın altında dilim damağım kurudu. Şu 1(bir) lirayı da…” diyerek beni ve bir o kadar da içimi ürperten bakışlardan kurtulmak istedim. Sanki kara gözlerini üzerimden bir an bile ayırmak istemiyordu. Kara kuruydu, üstü, başı toz içindeydi. Kıvırcık, kahverengi saçlarının arasından ter damlaları süzülürken yanakları kızardı belli belirsiz. Görünüşe bakılırsa sıkıntılar yakasını bırakmamıştı. Belki kimsesizlik, belki de geçim derdi. Ne zor şeydi bu hayatta yapayalnız kalmak. Dayanacak kimsesinin olmaması. Sanırım sabah ezanı ile amele pazarında bekleyip sıranın kendine gelmesini beklemiş, ama bir türlü sıra ona gelmemişti; beklenen sıra gelmemişti bir türlü. Eve ekmek parası, hasta anacığına ilaç götürememişti. Eve gitmektense sokakta beklemek, başıboş dolaşmak, nasip peşinde koşan siyah gözlü genç için daha iyiydi. Derdi ekmek parası kazanmaktı belli ki… Uzattığım parayı aldı ve bir koşu gidip istediğim suyu getirdi. Siren sesleri git gide yaklaşıyordu.
Kara gözlerin sahibi, “Gidelim , haydi!” diye koluma girdi. Siyah gözlerin sahibi, anlamını bilmediğim nedenlerden ötürü tedirgin etmişti beni.
“ Eve gitmem lazım. İlginize teşekkür ederim.” deyiverdim panik içinde. O da tedirginliğimi fark etmişti. Siren seslerinin yaklaşıyor olması ikimizi de korkmuştu besbelli. Korku, içimizden atamadığımız duygu. Küçük, büyük demeden kişiyi esir alan, karşısındakini suçlayan fikir. Bakışlarım hislerimi doğrulamak üzere çevrede dolaşmaya başladı. Uzak, yakın… Mesafeler gözlerimden içeri süzüldü. Güneş gökyüzünden bize bakıyor. Bakışlarım donuklaşıyor. Göremiyorum. Gözlerimi açtığımda iki siyah gözle karşılaştım. Bana doğru eğilmiş, elindeki su şişesinden sıcaktan kavrulmuş, susuz kalmış dudaklarıma bir damla su veriyordu.
Ürkek bir ses ile “ Gitmeliyiz” dedi.
Oldum olası muhtaç imajı çizmekten kaçındığım için ele bakmakla yetindim. Demin düşüncelerinde boğulan ben değilmişcesine çeviklikle kalktım ve gözlerimi adamdan ayırmadan bacağımda labirentler oluşturan minik taşları silkeledim. Adam bacaklarıma bakmaktan kaçınarak apartmanın yıllar tarafından boyası kazınmış yeşil, paslı kapısına yöneldi. Günlerdir insan görmediğim için unuttuğum, bu yüzden beni şaşırtan nazik bir el hareketiyle kapıyı gösterdi. ‘’ Lütfen önden siz geçin ‘’. Nezaket kavramını unuttuğumu daha da belli eden bir kabalıkla teşekkür etmeden kendimi binanın karanlık giriş katına attım. İnsan temasını en aza indirmek için apartmanın giriş kapısı açık bırakılmıştı. Çelik bir asansör kapısının önündeydim. Arkamdan beni takip eden adam sıskalığına yakışmayacak kadar soluk soluğa kalmıştı. Asansörün kapısına elini koydu ve dışarıya kabarttığı belli olan kulaklarını ve gövdesini hafifçe kapıdan yana eğdi. Sessizliği yırtan nefeslerinden sirenleri nasıl duyabildiğini düşündüm. Bu boş soruyla doldurduğum saniyelerden sonra asansör kapısını usulca açıp ‘’ Öğle paydoslarına yarım saat var. Onlar aradayken evinize kolayca dönersiniz . Zaman gelene kadar burada merdivenlerde oturabilirsiniz veya evime gelip çay içebilirsiniz.’’. Adama bu sefer küçük bir teşekkür edip asansöre bindim. Kapı kapanırken uzaklaşan sirenler hala duyuluyordu. Asansör dört kişilik olduğunu iddia eden tabut asansörlerdendi. Adam çatı katı olan yirmiye bastı ve asansör sert bir çıkışla yükselmeye başladı. Loş ışıktan faydalanıp adamı incelemeye başladım. Maskesizliğine şaşırdım. Acaba dışarıda böyle mi geziyordu yoksa çay keyfi yaptığı balkonundan uzunca yerde kalan bu kadını görünce aniden takmaya gerek mi duymamıştı? Oracıkta kendime güldüm çünkü yirminci kattan birini görmek dikkatli bakmadıkça imkansızdı. Asansör yine sertçe durdu ve bu sefer beklemeden asansörden çıkıp kapıyı adama tuttum. Bana gülümsemekle yetindi. Kapıyı açmasını beklerken karşı kapıdaki pembe çiçeklere baktım. Demek ki bu dünyayı çiçeğe boğacak kadar mutlu tek insan annem değildi. O sırada adam ‘’ Kapıyı açmak için anahtarı verir misin?’’ dedi. Ne dediğini anlayamadığım birkaç saniye sonra ‘ Senin evinin anahtarı bende nasıl olsun ki? ‘ dedim.’’ Hadi ama şaka yapma çayım soğudu ver şu anahtarı! ‘’dedi. Adamın suratına boş boş bakarken annemin arkadan gelen sesiyle irkildim.’’ Yine havayla konuşuyorsun, almadın mı ilaçlarını!’’. Yabancı birinin yanında bunu söylemesine gücendim .’’ Kısacık ayrılığa ne ilacı anne ?’’. Annem kollarımdan sarstı.’’ Olmayan ayrılığa değil konuşup durduğun hayali arkadaşlarına…’’
@icarusthelui
Evet bizi görmemeliler biliyordum. Kimseyi görmemeliler bu sokakta. Hele hele benim gibi belki de geçmişe takılıp düşmüş birini hiç görmemeliler. Ama bir türlü yapamıyordum, Mani’yi aklımdan çıkaramıyordum. Ulaşamıyor olmanın, ona dokunamayacak olmanın verdiği engel elimi kolumu bağlıyordu adeta. Belki de bu engellenmenin cazibesiydi beni geçmiş kavgamıza götüren.
Ben bunları düşünürken genç adam bana elini uzatmış bekliyordu. Afalladığımı fark etmiş olacak ki, “Hadi kalkın, yoksa yakalanacağız” dedi. Elini tutmuş ayağa kalkarken Mani’den sonra ilk defa başka bir erkeğin eline dokunmuş olduğumu fark ettim. Belki de teninin ona benzemesiydi bana onu düşündüren.
Kalktıktan sonra karşımızda bulunan apartmanın bahçe kapısından girip apartman boşluğuna vardık. Hemen ardından siren sesleri çok yakınımızdan geçerek yavaş yavaş etkisini yitirecek bir şekilde uzaklaştı.
Aslında çok romantik bir tanışma olabilirdi bu şu an yaşadığım. Genç adam yere düşmüş olan kıza elini uzatıyor arkadan gelen siren sesleri eşliğinde. Heyecanlı bir şekilde hızlı adımlarla hiç bilmedikleri bir mekana adım atıyorlar. Kalp atışları yükselmiş bir şekilde yakalanma korkusuyla kısa bir süre bekliyorlar. Bu bekleyişte konuşmalara izin yok, sadece sessizce bakışıyorlar. Fakat bu kızın aklı başka bir yerde.. Son bir kez daha şans vermek istiyorum henüz yeni kapattığım defterime, kendime de bir şans verileceğini umarak.. Bu bekleyiş günlerinin bir an önce geçmesini arzuluyorum.
Genç adama teşekkür ederek vedalaştım ondan ve çıkacağım bu yolculuk fikrinden. Vazgeçmeliydim şimdilik, biraz ertelemeliydim. Yüz yüze konuşmak istiyordum ve ona ulaşmam bu gezici devriyeler yüzünden mümkün olmayacaktı. İki sokak arkadaki evime doğru yürümeye başladım bu sefer bastığım yerlere dikkat ederek. İçimden bir ses tekrar pizza yemeğe gideceğimizi söylüyordu. Hayal etmediğimiz kavgalara ve tüm kırgınlıklara rağmen, yeniden başlayan bir birliktelik hayal etmeye devam ediyorum.
Evimin önüne geldiğimde Mani’nin motorunu görüyorum. Kalbim tekrar yerinden çıkacak gibi. Aynı hataları tekrar yaşayacak olsam da kalbimi dinleyeceğim. İkimiz de sokağa çıkarak aldığımız bu riski, ilişkimizde de devam ettireceğiz.
@berkerkoccaz
Beynim iki seçeneği hızlıca tartmaya başladı. Yabancı bir adamla mı gitmeliydim yoksa polislerin beni yakalamasına izin mi vermeliydim?
Bir kaç yıl önce olsa polisleri seçerdim ancak artık dünya bambaşka bir yerdi.
Bir kaç yıl mı, diye sordum kendi kendime. Şimdi de kendimle çelişiyordum.
Ama sokağa çıkma yasağı yalnızca bir ay kadar önce başlamıştı…
Ama ya o polisler…
Yine oluyordu işte. Zihnim benimle oyun oynuyordu. Kendimi ne kadar kontrol edersem edeyim yine arap saçına dönen hafızamın içine düşüyordum…
Siren sesleri artık kulağımı tırmalayacak kadar yakındı. Yer yarılmalıydı ve ben en dibine kadar girmeliydim.
“Vaktimiz daralıyor!” dedi telaşla.
Ses tonu, o denli yumuşak ve yeşil gözleri öyle sakinlikle bakıyordu ki bir anlığına ruhumu oracıkta ona teslim etmek istedim ve düşüncelerimi sıyırıp atarak desteği olmadan, sendeleyerek ayaklandım. Hareketlenmemle birlikte aceleci ve hızlı adımlarla binaya girerek, karanlığın yuttuğu merdivenleri tırmandık. Karanlığa rağmen, ezbere çıktığım merdivenlerin yaşattığı şaşkınlığın etkisi geçmeden tanıdık bir daireye girdik. Benim daireme.
Bir insan kendi evini, anahtarını teslim ettiği adamı nasıl olurda unutur ve bu şekilde hatırlardı?
Banyoya girdim. Kalp ritmim düzelene kadar sıcacık bir duş aldım. İşim bittikten sonra salona geri döndüğümdeyse kimseyi bulamadım. Yapayalnızdım. Sesim duvarlarda yankılanacak kadar yalnızdım ve bu beni hiç şaşırtmamıştı.
Aynanın karşısına geçtim. Cahit Sıtkı’nin bir şiirinin dizesi geçiverdi aklımdan.
“Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler, altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar”
Bir ömürlük yaşam, bir kaç yılıma sığdırılmıştı sanki…
Aynanın kenarına sıkıştırılmış ve hafızamı tazelememe neden olan bir fotoğraf ilişti gözüme. Mani’yle son fotoğrafımız. Henüz virüs yokken ve Mani’nin yeşil gözlerinde hala hayat varken…
Virüs almıştı Mani’yi…
Hastalığı kaptığını öğrendiğimde, evden fırladığımı hatırlıyorum ve dışarı daha bir kaç adım atamadan yere düştüğümü. Oysa ki zeminde hiçbir şey yoktu.
“Bağcıklarıma mı takıldım acaba? …Ama benim bağlıklarım yok ki…” diye düşünmüştüm başımdaki acıdan bayılmadan hemen önce.
Meğer polise vur emri verilmiş daha bir kaç dakika önce.
Cenazesine dahi gidemediğim için öldüğünü kabul edemiyorum çoğu zaman Mani’min. O günden beri yeşil gözleri her zorda kaldığımda buluyor beni ve elini uzatıyor bana…
347 kelime 😂😂
İnstagram: elifdurusu12
“Neden bizi görmemeliler?” dedim korkuyla! “Dünyayı etkisi altına alan bir virüs başladı,dışarı çıkmak yasak,yakalanırsak işimiz biter” dedi adam. Şok olmuştum,sanki izlediğim filmlerin içindeydim; şimdi başrol bendim. Adamın hareketleri dikkatimi çekse de onun dediğine uydum,polis bizi fark eder gibi oldu ama ucuz atlattık ve geçtik.Binanın teras katı kilitli değildi,terasa çıktık.Aşağıya baktım.Her yerde polisler vardı. Ambulanslar her sokak arasındaydı,hastaları alıyorlardı.”Lütfen beni ölüme terketmeyin,72 yaşındayım,bir sürü hastalığım var ama kurtulabilirim” diyordu insanlar.Çoğunlukla genç ve orta yaşlı hastalar ambulansa bindiriliyordu çünkü hastanelerde yer yokmuş.Adamın yanına yaklaşınca ağladığını farkettim.Adam hakkında çekincelerim vardı fakat ağladığını görünce ne olduğunu merak etmiştim.Yüzüme doğru çevirdi başını. “Her şeyimi kaybettim; annemi,babamı,kardeşimi,eşimi,çocuklarımı…Bir virüs 6 canım’ı aldı.Kaybedecek bir şeyim kalmadı,bu yüzden senin gibi tüm insanları bu virüsten korumak için uğraşıyorum çünkü ben doktorum. Hastanede binlerce kişinin hayatını kurtardım.Tek koruyamadığım ailemdi,herkesi kurtarırken hastanede onlara faydam olamadı,virüs kaptılar.Sonra kuş olup uçtular hayatımdan”dedi adam gökyüzüne bakarak. Gözlerimden yaşlar aktı.Aklıma ailem ve Mani geldi,ihmâl etmiştim onları,onları bir daha göremezsem ne yapardım? Düşüncesi bile içimi ateş gibi yakıyordu.Adamın yanına oturdum gökyüzüne baktım. Ve konuşmaya başladım ; “Onların sadece bedenen gittiğini,ruhen asla gitmediğini unutmayın. Onlar hep sizinle olacak. Belki bir yağmur damlası olup omzunuza damlayacak. Belki sokakta yürürken yolunuzu aydınlatan bir sokak lambası olacak. Belki hiç beklenmedik bir anda gelen sevindirici bir haber olacak. Belki üşürken içinizi ısıtan bir sıcaklık olacak.Belki derinlerine daldığınız bir deniz olacak. Belki yolunuzu kolaylaştıran kestirme bir yol olacak.Belki okumaktan hiç bıkmadığınız bir kitap olacak. Belki perdeyi açtığınızda içeri dolan güneş ışığı olacak. Ve belki bir kuş olacak,dağları tepeleri denizleri aşıp tam kalbinizin üstüne konacak. Kalbinize her dokunduğunuzda hissedeceksiniz. Sevdiklerimiz kuş olup uçmaz. Biz elimizi kalbimizin üstüne her koyduğumuzda,her ihtiyacımız olduğunda bizimledirler. Kalpten yakın mesafe yoktur,nerede olurlarsa olsunlar.Kalbinizde hissediyorsanız,sizinledirler” dedim adamın elini kalbinin üzerine koyarak.Adamın gözlerindeki üzüntü yerini umuda bıraktı. Bana gözleriyle teşekkür etti. Tam o anda terasın kapısı polisler tarafından açıldı,ellerinde silahlar vardı. Neler oluyordu?
ozgekrkaya8
Girdiğimiz binanın kapısı açık olduğundan dolayı zorlanmadan içeri girmiş, saklanmıştık. O sırada gelen polisler etrafı kontrol altına almıştı, şimdilik çıkış biraz imkansızlaşmıştı. Binanın içi karanlık olduğundan etrafı görmek zorlaşıyordu. Gergin bekleyişimiz devam ederken birden sessizce yaklaşan ayak sesleri duyduk, bu yaklaşan sesin binada ki ev sahiplerinden daha çok polis olma ihtimalini düşünüp üzerine atlayacağımız sırada bu kişinin eşim Mani olduğunu anladım çünkü onu çok iyi tanıyordum, etraf ne kadar zifiri karanlık olup görünmez olsa da eşimin nefesini her şeyini seziyor tanıyordum işte.
Çok şaşırmıştım ama şunu şimdi çok iyi anlamıştım, “hayat tesadüflerle doludur ve hayatın her an karşımıza ne çıkaracağı belli olmaz. Belki de hayat böyle olmasaydı bu kadar yaşanılır olmazdı…” Bu cümleleri daha önce günlüğüme yazmıştım ve şimdi anlamını çok iyi anlamıştım. Karanlıkta birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk, ne söyleyeceğimi bilmiyordum, onca yaşanılanlardan sonra hem konuşacağımız ne olacaktı ki? Bu sıra da genç adam dışarıya bakıyordu, çıkacak bir yol düşünüp aramaya çalışıyordu. Bu olanlardan sonra pişmanlığımı söylemek için söze ben başladım, “biliyorsun Mani aramızda bir takım anlaşmazlıklar oldu ve sana kırıcı sözler söyledim. Arada sırada aramızda böyle durumlar yaşanıyor ama şimdi bu olan her şey için farklı bir şekilde pişmanım. Senden her şey için özür diliyorum Mani.” Bunları adeta bir fısıltı halinde söylemiştim. Mani beklemediği bu sözleri duyunca onunda kalbi yumuşamış olmalı ki oda pişmanlığını dile getirdi.
Bu pişmanlıklarımızı dile getirdikten sonra bu sefer karanlıkta birbirimize bambaşka bakıp yakınlaştık. Bugünden sonra kimin yaşayacağı belli olur muydu hiç? Yaşasam da yaşamasam da artık mutluydum hem de şuana kadar ki en mutlu zamanım şimdi ki zamandı, her şey yeniden başlıyordu. Artık birbirimize kavuştuğumuza göre buradan gitme vakti gelmişti, çıkış fikrini Mani verdi. Çıkış yolu bu binanın arka tarafından çıkan yangın merdivenleriyle dışarıya kimseye görünmeden çıkmaktı, bunun için akşamı beklemek zorundaydık.
Vakit gelmişti yangın merdiveninin kapısını açtık ve arka sokağa kimseye görünmeden çıktık zaten dışarı da kimse yoktu polisler dışında ama onlar ön taraftaydılar. Akşamın bu vaktinde, terk edilmiş sokaklarda genç adam, ben, Mani yürüdük, dışarıda hiçbir hayat belirtisi yoktu. Sokağın başına gelince de genç adam ile yollarımız ayrıldı, vedalaştık. Ben ve Mani el ele geleceğimizde ki mutluluk yoluna doğru koştuk.
İnstagram: @abdullah_dol.4
Bu sözlerle zihnimdeki bulanıklık yavaş yavaş dağıldı ve kanımdaki adrenalinin ve tabii genç adamın yardımıyla ayağa kalktım . Arkamızdan gelen ve hızla yaklaşan otomobilin mavi kırmızı ışıkları sırtımızı aydınlatmaya başlamıştı ki binanın demir kapısından içeri girdik.Zaten sigaradan bithap düşmüş ihtiyar ciğerlerim zor soluk alıyordu . Birkaç kuru öksürükten sonra genç adama teşekkür etmek için kafamı kaldırdım. Giydiği takım elbise gözlüklerim yanımda olmamasına rağmen kaliteliyim diye bağırıyordu , buralı değildi anlaşılan . Teşekkürümü ettikten sonra neden sokakta olduğumu sordu . Son 50 yıldır 3-4 ay aralıklarla sokağa çıkma yasağı getiriliyordu. Her seferinde tedarikli olan ben bu sefer bir umutla , belki de artık bittiğini düşünerek erzak alışverişi yapmamıştım .Apartmandaki ilk merdivene oturarak derdimi anlattım . Tanımadığım biriyle konuşmayı ne kadar özlediğimi fark ettim bir anda. Genç adam gözlerimin içine baktı tekrar ‘’üzgünüm ‘’dedi .’’böyle olmak zorunda değildi. İlk yasağı koyanlar bile hayatta değil artık . ‘’Bu sözler tehlikeliydi ve o da bunun farkındaydı . Küçük bir el hareketiyse sessiz olmasını söyledim . Artık hapishaneler yoktu gerçi yapılan yanlışlarda vatandaşlık puanını düşürüyorlar ve kademeli olarak sosyal hizmetlerden faydalanmanın önüne geçiyorlardı. Çünkü sürekli sokağa çıkma yasağı olduğundan hapishaneler insanlara o kadar da kötü bir fikirmiş gibi gelmiyordu. Bunu yaparken gönüllüydük hatta en başlarda.Kimse böyle olacağını tahmin edemiyordu kimse …
Muhalif bir gençten daha kötüsü zengin bir muhalif gençtir.Çünkü zenginler yıllar önce buradan taşındılar hatta kendilerine bir şehir bile kurdular. İzole , temiz ve kuralsız…Yıllar önce yaşanan 2. salgında kendi deyişleriyle inzivaya çekildiler. Kendi sistemlerini kurmak için devletin yardımına ihtiyaçları dahi yoktu ve onlar bunu çok iyi biliyorlardı. Çok ağır vergiler verdikleri yazıyordu gazetede ancak onlar için ailelerinin ve kendilerinin sağlığı ve özgürlüğü içinküçük bir harcamaydı bu sadece.İnsanlar kaybedince anladılar sağlığın ve özgürlüğün en önemli ve en pahalı şey olduğunu . Bu genç adam ise belki de sürekli sınırı geçip bizim tarafa gelen gözlemcilerdendir diye düşündüm . Onu susturduktan sonra gözünü hızlıca saatine iliştirdi. Alice’nin tavşanı gibi geç kaldığını söyleyip demir kapıyı araladı ve dışarıda kimsenin olmadığından emin oldu. Elime hızlıca bir parça kağıt tutuşturup kapıdan hışımla çıktı. Ardından kağıda bakakaldım . ‘ ‘Seni tanımadın mı ihtiyar ? Korkma her şeyi sen düzelteceksin ,’’
@susamsokagi.sakini
iki kelimeyi birleşik yazmışım yanlışıkla , şuan fark ettim. Yani 351 kelime olmuş . Sondan beşinci cümledeki ”ve ” yerine virgül koyulması gerekiyor bilginize 🙂
“Bizi görmemeliler.”
Kolumu öfkeyle çektim.
“Neden bizi görmeyecekmişler?!”
“Karantina nedeniyle efendim. Bu hafta sonu karantinadayız.”
Kasılan çenem yüzümde bir sırıtış çizerken, serbest kalan elimle kaşlarımı ovdum.
“Kusura bakma genç adam, son zamanlarda kafam çok bulanık. Ama insan hiç böyle çekiştirilir mi?”
Az öncekinin aksine soğuk bir ifadeye büründü. Benden uzaklaşıyordu. Peşinden gittim. O ise hızlandı. Telaşı apaçıktı. Ama kendimi durduramıyordum. Bacaklarım beynimin bozuk yazılımını kırmıştı.
Binaya girdiğinde koşan adımlarım yavaşladı. Korkuluklara tutunup basamaklara oturdum. N’apıyordum?
Aklım kabalık ettiğim ve ardından sürahi nine gibi kovalayıp ödünü koparttığım gençteydi.
Oturan beni zıplatan sesin kaynağıysa kapının dönen kilidiydi. Orada o genci görmeyi arzuluyordum.
Bana bakıp iç geçiriyordu. Yaklaşıyor, bunak adamı içeri alıyordu. Tüm hafta sonu burada onunla kalabileceğimi anlıyordum. Burası güvenliydi. Tıpkı gençliğimin buluşma noktaları gibi. Acı biten her gizli tatlı anının mekanı gibi. Boştu, sessizdi. Genç adam kanepede yatmamı teklif edecekti.
Ancak aralanan kapıdan güneşvari kırmızı bir şey çıkıp elinde çöp poşetleriyle dikilen yaşlı bir kadının dar süveterli göbeğine dönüştü. Kendi düş dünyamdan bir anlığına ayrılabilmiş olsaydım, bana bir böcekmişim gibi baktığını da fark edebilirdim üstelik. Kadının tiz feryadı sendeleyerek kaçmama neden olduysa da, sokak başında bekleyen zabıtaların yetişmesi uzun sürmedi.
Ve bilin bakalım ne oldu? Bana kimliğimi sorduklarında elimi cebime attım ve bir hiçle karşılaştım: Ne cüzdan, ne telefon… Yanıma almış mıydım? Öyle olmalıydı.
Kafam düştüğüm yere çevrildi. Azarlamalar eşliğinde arabaya binerken kimi suçlayacağımı kestiremiyordum, susmam en makulüydü.
Bana genci özletti polis memurunun katılığı. Alkol testi bile yaptılar. Hafif alkollüydüm. Güzel bir ceza yedikten sonra bir telefon görüşmesi talep ettim.
Yine açmadı Mila. Kendi numaramı çevirdim. Çaldı, çaldı. Kalbim hızlandı. Açılmasını, genç bir sesin yanıtlamasını sabırla beklemeye razıyken ikaz edilip bıraktırıldım.
Zabıtalardan beni Mila’nın evine götürmelerini rica etmiştim. Eve girip kapıyı kapattığımızı görene kadar gitmediler.
Mila’ya sarıldım. Saçlarına kafamı gömdüm. Hiçbir şey hissettirmiyor oluşuna sövdüm. Gözlerimi TV’deki muhabire odakladım. O gençle aralarında büyük benzerlikler vardı.
Mila’dan ayrıldım. Belki potansiyel barışmamızın hemen ardından yine hem sığınacak, hem saldıracak olduğum kişi oydu. Telefonumu açmaması yüzünden düştüğüm durumları anlatırken seslerimiz yükseldi ve ben, zihnimin yine sessizleştiğini hissederek güvenli bölgemde “Ben” olmaya devam ettim.
Sevgili günlük, oradan bile temelli kovulacağımı hissediyorum artık.
sun__eye
Yardım uzatan adamın elini kavrayarak ayağa kalktım, etrafa bakıp hızlıca parmak üstünde kendimizi farkettirmeden eski kliniğe girdik.Nabzım siren sesleri aynı hızda yükseliyordu.Korkuyormuydum? Hayır, inanın bilmiyorum.Çok hızlı düşünüyordum.İçeri girseler tekrar kaçabilirim yada bana yardım eden kişi kötü niyetli birisiyse hemen yanımdaki kırık boru ile onu etkisiz hale getirebilir miydim? Kendimde özgüven artışı, adrenalinin getirdiği aşırı sağlamlık hissediyordum.Ardından istediğim şey oldu, siren sesleri yankılandı,kliniğin girişinde camdan izlediğim kapı açıldı.Şimdi koşma zamanıydı, adam bana kaç diye bağırdı.Kovalamaca başladı…Dur polis! Seslerini çok geçmeden işittim, fakat durmak isteyeceğim son şeydi.Hızlı koşmuyordum adeta uçuyordum.Genç adamı geçince arkama bakıp -Haha seni geçtim- şeklinde bir poz bile verdim.Buna inanamazsınız.inşaatın arkasından bağlanan özel mülk ormanlık alanda kaybolduk.
Koştuk ve izimizi kaybettirmiştik.Adam planı olduğunuve katılmamı istedi,sebep aramadan katıldım.Eski bir araç duruyordu,yaklaştık,südyenini çıkarırmısın dediğinde tokadı yapıştırdım!
sonra olayı izlediğim amerikan filminden hatırlamıştım.Yinede tokat attığım için üzgün değildim.
Arkamı döndüm ve südyenimi çıkarttı,tahrik olmuştum.bunun neden olduğunu bilmiyorum.İçindeki teli çıkarttı ve arabanın camı ile kapının arasına soktu, kapıyı açmayı başardı ve arabayı düz kontak yaparak kaçtık.Yaşlı orman-evi sahibi koşarak geliyordu fakat ben arabada yiyecek bir şeyler arıyordum.
Adam, nereye gitmek istersin? dedi
En doğuya dedim.10 km sonra polis kontrolüne girdik.İşte bittik derken adam camı araladı, polis yolculuk sebebimizi sordu.genç adam sakince torpido gözünden orman bekçisi rozeti çıkartıp işe gittiğini benim karısı olduğumu söyledi.Polis süzdükten sonra devam edin dedi.
Polisi atlattığımız için sevindim fakat aniden her şey kötüleşmişti.Adam konuşuyor ama ben sadece dalgındım,enerjim yoktu ve kötü hissediyorum.o kadar çirkin hissediyordum ki önümdeki aynayı camdan fırlattım.Mani’yi hatırladım.Orman bekçisi olan sevgilimi.
adam halimi farketti ve arabayı durdurdu.iki zarf verdi, birini seçmemi istedi ve 2.zarfı seçtim.Sonra okumamı istedi.Seçtiğim zarfta şöyle yazıyordu.
Hanımefendi, kliniğimize başvurmuş olduğunuz MANİk depresif bozukluk tedavinizin ilk kısmı tamamlanmıştır, depresif bozukluk tanısı konulan hastaların sebepleri soruna inilerek çözülür.aslında mani adında birisi hayatınızda hiç olmadı.Siz Manik döneminde kendinizi farklı , Depresyon döneminde kendinizi farklı hissediyorsunuz.Tedavinizin devamı için arkadaşımız ile bize gelin.
@aytuncalptekin
Hâlbuki Mani’nin evine, şunun şurasında iki yüz metre ya vardı ya da yoktu. Ancak koşmaktan bitap düşmüştüm ve nefes nefeseydim. Kalbim, bedenimi terk etmek istercesine hızlı atıyordu. Bir taşa takıldığımı düşünmeme sebep olan şey, meğer yorgun ayaklarımın koşarken birbirine dolanmasıymış diye düşündüm. Yalnız yaşadığım, küçük bir sığınağı andıran, bodrum katındaki evimle Mani’nin evinin arasındaki mesafenin iki kilometreden fazla olduğu düşünüldüğünde, en az on dakikadır koşuyordum. Genç adam elini uzatmasa, kalkacak halim de yok. Karşı bina diye, eliyle gösterdiği yer, üç katlı yeni bir bina. Binanın zemin katında, kapı ve pencereleri olmayan boş bir dükkan.
Kalbim, alışılmış vuruşlara döndüğünde, yerden kalktım ve birlikte binaya doğru yürümeye başladık. Yalpalayarak yürüdüğümü gören genç adam koluma girdi. Boş dükkana kendimizi attığımızda, siren sesinin desibeli iyice artmıştı. Sesin sahibi araç, önümüzden geçtiğinde bunun bir polis arabası değil ambulans olduğunu görünce genç adamla birbirimize bakıp gülümsedik. Zaten oldum olası polis ve ambulans sirenlerini karıştırırdım. Anlaşılan genç adam da ayıramıyordu bu sesleri. Genç adama teşekkür edip Mani’nin evine doğru yürümeye başladım.
Günlüğüm, beni yanıltıp, suçluluk duymama sebep olduğu o günden beri, Mani’yi günlerce telefonla aramıştım. Mani, telefonlara cevap vermediği gibi, mesajlarımı da kale almamıştı. Sokağa çıkma yasağından dolayı, yanına da gidememiştim. Daralmıştım. İçimde fokurdayıp duran şey, taşma noktasına gelince dayanamayıp dışarıda almıştım soluğu. Mani’nin karşısına çıkıp, kendi payıma düşen özrü dileyecektim. Her ne kadar gururlu da olsa hakkaniyetli kadındır, Mani. Elbette kırıcı cümleleri için o da üzgündü ve üzüntüsünü dile getirecekti.
Tüm bunları düşünüp yürürken, az önce önümüzden geçen ambulans, Mani’nin evinin olduğu binanın önünde duruyordu. Binanın kapısından, büyük bir fanusu andıran, dış ortamdan izole, sedyeyle birini çıkarıyorlardı. Biraz yaklaştığımda, o sedyede görmek isteyebileceğim en son kişiyi gördüm. Mani, boylu boyunca sedyedeydi. Beni görünce, yüzünde belli belirsiz oluşan bir tebessümle hafifçe aralandı dudakları. Bir şey söylemek istiyordu ancak hızlıca ambulansa bindirdiler. Ambulans, caddeyi çınlatan acı sireniyle uzaklaşırken, binanın birinci kat balkonundaki pijamalı adam üst kattaki komşusuna seslendi.
“Testi pozitif çıkmış, götürdüler hemen.”
Mani’yi bu son görüşüm olmaması umuduyla, hayal kırıklığı ve üzüntü içinde, oradan ayrılırken kafamda eve dönmekten başka seçenek kalmamıştı.
@ibrahim_alacaoglu