Türkiye’de koronavirüs : İşe bir de bu açıdan bakın

Türkiye’de koronavirüs : İşe bir de bu açıdan bakın

Herkese merhaba! Bugün konumuz korona. Dünya gündemi koronayı konuşurken ve önüne gelen herkes açıklama yaparken öyle çok iddialı şeyler söylemek gibi bir derdim yok. Ben sadece korkuyla korkusuzluk arasında kendimize yer aradığımız şu günlerde sıkışıklığımızı azatlmak ve bakış açımızı genişletmek için buradayım. Hemen baştan söyleyeyim yazı biraz uzun ama okumaya kararlıysanız sonunda derin bir nefes alacağınıza şüphem yok. Türkiye’de koronavirüs yayılımı hakkında sakinleşmenizi sağlayabilirsem ne mutlu bana.

Arkadaşlarım birçok konuda kaygı bozukluğu yaşayan birine göre şimdi nasıl bu kadar rahat olduğumu merak ediyorlar. Asıl meseleye geçmeden önce size bu rahatlığın nereden geldiğini hemen açıklayayım. Yaklaşık 1-2 ay önce virüs ile ilgili çılgın haberler ilk yayılmaya başladığında ben de her normal insanın yapacağı gibi inanılmaz endişelenmiştim. Olası bir pandemide insanların çok fazla panik yapıp sağı solu yağmalayacaklarını, sağlık hizmetlerinin yerine getirilemeyeceğini bildiğim için (bakın ne kadar eminim düşündüğüm demiyorum bildiğim diyorum yaşasın kaygı bozukluğu ve sonu gelmeyen senaryolar) maske, dezenfektan, temel soğuk algınlığı ilaçları, yiyecek ve içecek gibi birçok şeyi hazırlamış; yakın çevreme olası bir salgında uygulayacağımız acil durum planını açıklamıştım.

Yani insanların daha yeni yaptığı panikleri ben aylar önce zaten yaptım. Elimdeki stok bitince de yerini rahatlama aldı. Panik ve korku böyle şeyler. Zaman içinde güvende olduğunuzu gördükçe geçiyorlar. Şimdi de siz aynı korkularla tek başınıza mücadele etmek zorunda kalmayın diye bunları yazmak istedim. Yazıyı okurken lütfen benim de çeşitli kaynakları araştırıp bilgi aktardığımı unutmayın. Ben sadece araştırmayı seven meraklı bir insanım. Bir bilim insanı, doktor, virolog, ordinaryüs profesör ya da Tuğçe Kazaz değilim. Elimden geldiğince kişisel bir yazı olmaması için uğraştım. Yazının sonunda verdiğim kaynaklara bakarak siz de benim vardığım sonuçlara varabilirsiniz. Hadi başlayalım.

Koronavirüs dedikleri şey gerçekte nedir?

Koronavirüs solunum yollarını etkileyen enfeksiyona sebep olan bir virüs türünün genel adı. Dünyada yüzlerce koronavirüs olduğu söyleniyor. Biz bunlardan SARS, MERS gibi bazılarını biliyoruz. Çin’de 2019 yılının Aralık ayında ortaya çıkan ve o zamandan bu zamana Antarktika hariç tüm kıtalara ve 120’den fazla ülkeye (hey maşallah) yayılan yeni tip koronavirüsün adı da Covid-19 oldu. (bkz. nur topu gibi bir virüsünüz oldu) Covid-19 nedeniyle 11 Mart tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edildi.

Yeni tip koronavirüs Covid-19 nasıl çıktı?

İşte geldik zurnanın mevzu bahis olduğu noktaya. Biz her ne kadar koronavirüsün çıkış noktasının yarasa yemek olduğunu düşünüyor olsak da bu konuda çeşitli iddialar var. Bizim bildiğimize göre Covid-19’un Çin’in Wuhan kentinde yer alan vahşi hayvan pazarındaki bir yarasadan veya su yılanından yayıldığı söyleniyor. Hatta bu yüzden uzunca bir süre sosyal medyada Çinlilerin neler yediğiyle ilgili videolar paylaşıp insanlara küfürler ettiğimiz bir dönem bile oldu. Şimdi olayların ilk başladığı andan beri duyduğumuz bu hikaye cepte. Gelin diğer hikayelere kısaca göz atalım.

Covid-19 bir biyolojik silah olabilir mi?

Bazı kesimler bu hikayenin gerçek olmadığına inanıyor. Virüsün bir hayvandan insana geçemeyeceğini düşündükleri için farklı senaryoları gündeme getiriyorlar. Bu senaryolardan birine göre Covid-19 bir biyolojik silah. Buna inananlar virüsü insana geçiren deniz yılanının bulunduğu su birikintisinde plastik parçalar bulunduğunu iddia ediyorlar. Bu nedenle de biyolojik bir silah olduğu düşünülüyor. (O plastik parçalar nerede kimse bilmiyor.) Belki böyle düşünmek için daha mantıklı bir açıklamaları ya da kanıtları da mutlaka vardır ama ben elle tutulur bir kanıta denk gelmedim.

Virüs combosu

Bir diğer ihtimal ise epey kapsamlı ve kesinlikle bir öncekinden daha mantıklı ama bir o kadar da hadi canım oradan dedirten bir ihtimal. Bu hikayeyi geçen gün Airbnb ile ailemin evinde misafir olarak kalan Çinli bir arkadaştan bizzat dinledim. (Kızda korona yok merak etmeyin.) Zaten aslında bu yazıyı yazmama sebep olan şey de bu hikaye oldu. Başlıyorum anlatmaya, dikkatli dinleyin mevzu biraz karışık: Olaya göre, içerisinde SARS, MERS ve benzeri 4 virüsün olduğu bir kutu var. Bu kutu taşınırken kaderin cilvesine bakın ki virüsler devrilmeleri mümkün olmayan bir platformda olmalarına rağmen bir şekilde devrilerek birbirlerine karışıyorlar. Bu virüslerin ulaştığı bir kadın laboratuvar çalışanı da kutuyu açıyor ve ölüyor.

Şimdi bu virüsler ne amaçla bu kutuya kondu, virüsleri birbirine karıştıran bir kişi miydi, şayet öyleyse bunu neden yaptı, kadın neden kutuyu açtı buraları bilmiyoruz. Çünkü hikayeyi anlatan Çinli kardeşimizin İngilizcesi oraları açıklamaya yetmiyor. Sadece kaba hatları alatmaya yetiyor. (Daha sonra araştırıyoruz ama konuya ilişkin bir haber vs. de bulamıyoruz. Bulan varsa yorumlara bıraksın lütfen.)

Neyse bu kadıncağız öldükten sonra cenazeyi yakmakla görevli olan kişi de çıkan dumandan virüsü kapıyor. Gözleri kıpkırmızı oluyor. Sonra bir hastaneye gidiyor. Ve orada bu hastaya doktor Li bakıyor. Doktor Li, 35 yaşında koronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden ve bir kesim Çinli tarafından kahraman kabul edilen bir doktor. Kendisi ilk koronavirüs vakasından şüphelenen ve insanları bu virüse karşı uyaran doktor.

Çinli arkadaşım bu hikayeyi anlatırken Li’yi kahraman olarak kabul etmediğini çünkü Li’nin halkı uyarmadığını, sadece bir wechat (onların whatsappı) grubunda arkadaşlarını uyardığını söylüyor. Ancak doktor Li gencecik bir adam neden ölsün? Virüsün hedef kitlesinde bile değil. İşte insanların kafasını karıştıran şey de bu. Kız hikayeyi doktor Li “must die” diyerek anlattı. Yani ben sanki burada Li virüsün nasıl çıktığını bilen tek kişi olduğu için öldürülmek zorundaydı gibi bir anlatım sezdim ama sonra konu başka yerlere gittiği için tam anlayamadım. Yaptığım araştırmalarda da kızın anlattığı bu hikayeye dair hiçbir şey bulamadım. Ama en azından şunu biliyorum Çin’de bu senaryoya inanan onlarca insan var. (En azından bizim misafir ve arkadaşları inanıyor.)

Çinli arkadaş ne düşünüyor?

Aslında yazının bu kısmı bizim için hiçbir anlam ifade etmiyor ama Çinli birinin durum ile ilgili ne düşündüğünü belki bilmek istersiniz diye yazmak istedim. Çinli kardeşimiz birkaç aydır Türkiye’deydi ve burada bir iş kurmak istiyordu. Ancak virüsün Türkiye’de görülmesinden sonra artık Çin’e uçmaya karar verdi. (Çok saçma değil mi?) Kız Çin hükümetine kesinlikle inanmıyor ve güvenmiyor. Ölü sayılarının söylenenden daha fazla olduğunu düşünüyor. Hatta toplu cenaze yakma işlemleri sırasında gökyüzünü kaplayan dumanların uydular tarafından görüntülendiğini, Çin’in bunu fabrika dumanı olarak açıkladığını, ama o kadar fabrikanın virüs nedeniyle çalışmasının mümkün olmadığını falan da söylüyor. (Bununla ilgili uygu görüntüleri de olduğu söyleniyor ama neyin gerçek neyin yalan olduğunu karıştırdığımız bir noktada olduğumuz için ben bir yorum yapmıyorum.)

Madem öyle neden geri dönüyor diye sorarsanız çünkü durum artık Çin’de kontrol altına alındı. Türkiye’de kalırsa ve işler sarpa sararsa yapacağı bir şey yok. Haklı olarak dilini bilmediği bir ülkede bir odaya tıkılı kalmak istemiyor. Neyse kızın çok dedikodusunu yaptık, gelin virüsten bahsetmeye devam edelim.

Çin’in üstündeki gizemli dumanlar

Windy’den bugün aldığım yukarıdaki görselde Çin’in bir kısmını görüyorsunuz. Bu açıdan bakınca Çin’de bir olaylar olduğu düşünülebilir. Büyük ihtimalle hiçbirimiz ne olduğunu anlamıyoruz ama şöyle bir bakınca her yer sarı gibi o ortalar neden koyu demiyor muyuz? Diyoruz. İşin özü koyu yerlerde sülfürdioksit oranının daha fazla olduğu söyleniyor. Sülfürdioksit de organik maddelerin yanmasıyla ilişkilendiriliyormuş. Şubat’ın ilk haftasında virüsün ilk ortaya çıktığı Wuhan bölgesindeki sülfürdioksit oranı çok fazla imiş.

Şimdi az önce gördüğünüz görselde Çin’e yaklaşmıştık. Burada da Çin’den uzaklaştık. Yani iki resme baktığında da hiçbir şey anlamayan biri olarak ilk görselin Çin’de olduğunu bilmek ve bu hikayeyi dinlemek beni inanılmaz ürkütüyor. Fakat daha genel olan ikinci resme baktığımda daha az geriliyorum. Çünkü başka yerlerde de aynı koyuluklar görülüyor. Neyse konuya hakim olmadığım için yapabildiğim yorumlar bunlarla sınırlı. Konunun uzmanlarını yorumlara bekliyoruz.

Yeni Koronavirüs Covid-19 abartılıyor mu?

Bu soruya verecek çok net bir cevap yok aslında. Tek cevap şu: Olabilir neden olmasın? Aksini iddia edebilir miyiz? Dünyada milyarlarca insan olması demek milyarlarca farklı senaryo demek. Bir grup Çin’de yaşananları izleyip endişe duyarken aynı görüntüleri izleyip “İş bu kadar ciddi değil paniğe gerek yok.” diyenler de var. Daha ilginci tüm dünya genelinde ciddiyetini koruyan ve hızla artan vakalara karşılık büyük resmi görüp “Ya bunlar aslında yok, böyle şeyler aslında olmuyor, insanları korkutmaya çalışıyorlar, bu devletlerin oyunu.” diyenler de çıkıyor. Kısacası ağzı olan konuşuyor. Zaten sosyal medyanın ve internetin bu derece yoğun olarak kullanıldığı bir devirde bunun aksi mümkün olabilir miydi?

Gelin biz verilerle konuşalım.

Özellikle sosyal medyada yeni tip koronavirüs birçok hastalıkla kıyaslanıyor ve Covid-19’un çok abartıldığı görüşü bu şekilde destekleniyor. Şu an ben bu yazıyı yazarken dünya üzerinde Covid-19 tanısı konmuş 188,356 kişi var. 7,499 kişi virüs nedeniyle hayatını kaybetmiş ve 80,848 kişi de iyileşmiş. Aynı ailede yer alan SARS ve MERS gibi virüslerle kıyaslandığında koronavirüsün ölüm oranlarının oldukça az olduğu bildiğimiz bir gerçek. Peki ama yayılım haritası bize neler söylüyor?

2002 yılında ortaya çıkan ve dünya genelinde sadece 17 ülkede toplam 8,908 vaka görülen SARS salgınında ölüm oranı %11 idi. 24 yaş altı ve 65 yaş üstü risk grubundaydı. SARS salgını insana misk kedilerinden geçmişti. (Yanlış anlaşılmasın kediler virüsü taşımıyordu. Kedilere de virüs yarasalardan geçmişti.) 2012 yılında vuku bulan ve virüsün develerden insana geçtiği MERS salgınında 21 ülkede 2,500’den fazla vaka görüldü ve 860 kadar ölüm gerçekleşti.

Bir virüsün ne kadar tehlikeli olduğunu söyleyebilmek için geçiş şekli ve hızı ile ölüm oranlarını bilmemiz gerekiyor. Kötü haber şu ki, yeni tip koronavirüs Covid-19 insandan insana geçebiliyor ve son derece hızlı ilerliyor. Bulaşma oranı oldukça yüksek ve 14 gün kuluçka süresine sahip olduğu için fark edilmesi zor. Öyle ki 1 kişi virüsü 3 gün içinde 625 insana bulaştırabiliyor. Ama hemen umutsuzluğa kapılmayalım çünkü bu virüs SARS ve MERS kadar ölümcül değil. Üstelik yaş itibariyle 60 yaşın altında olup herhangi bir kronik rahatsızlığı bulunmayan ve genel olarak bağışıklığı güçlü olan bireylerde ayakta atlatılabildiği de söyleniyor.

Dünya sağlık örgütü Covid-19’un ölümcüllüğünün %2 ile %5 arasında olduğunu (birçok kaynakta yaklaşık %3 olarak geçiyor) belirtiyor. Bu oranı diğer soğuk algınlıklarıyla karşılaştırmak gerekirse, sezonsal gribin ölüm oranı %0.1 fakat aynı zamanda son derece bulaşıcı olduğu biliniyor. Her sene yaklaşık 400.000 kişi gripten dolayı hayatını kaybediyor.

Covid-19 ne kadar ölümcül?

Bugüne kadar Covid-19 hakkında edinilen verilere göre virüsün 60 yaş ve üstü için ölümcül olarak seyredebildiği söyleniyordu. Worldometers’ın verilerine göre aşağıda ölüm oranlarının yaş ile bağlantısını görebilirsiniz. Ancak virüsün İtalya’da ilerleyişine baktığımızda 40-50 yaş arasında da ölümle sonuçlanan vakalar olduğunu görebiliyoruz. Bununla ilgili ibuprofen içerikli ilaçların kullanılması nedeniyle kişilerin durumunun kötüleşmesi gösterilmişti ama bu konu daha sonra yalanlandı. Fakat ardından da ibuprofen içerikli ilaçların durumu kötüleştirdiğini destekleyen açıklamalar yapan bazı tıp insanları oldu. Kısacası işler karıştı da karıştı. İlaç kullanmaktan aşırı derecede tırsan biri olarak “benceli” bir yorum yapabileceğim bir konu da yok. Zaten İtalya konusunu aşağıda işleyeceğiz.

Bu noktada belki de kesin sonuç için Canan Karatay’ın ne dediğine bakmak lazım. Genelde o tıp dünyası ne diyorsa tam tersini söylediği için onun dediğinin tersi doğrudur. (Şaka yapıyorum hemen ciddiye almayın.)

Virüsle ilgili bildiğimiz bir diğer şey de mevcut sağlık durumunun ölüm oranlarını nasıl etkilediği. Aşağıda gördüğünüz tabloda kalp ve damar hastalıklarına sahip insanlarda ölüm oranlarının daha yüksek olduğunu görebilirsiniz. Diyabet, kronik solunum rahatsızlıkları, hipertansiyon ve kanser onu takip ediyor. Dolayısıyla bu ve benzeri kronik rahatsızlıklara sahip kişiler kendilerini daha iyi korumalı. Aynı zamanda sigara kullananların da virüsten 16 kat daha fazla etkilendiği söyleniyor.

Covid-19 ile ilgili komplo teorileri

Şimdiye kadar anlattıklarım bugüne kadar görülen vakalar incelenerek ortaya konulan bilimsel verilerdi. Ama bir pandeminin komplo teorileri olmadan var olması mümkün mü? Elbette değil. Tüm afetlerde ve acil durumlarda olduğu gibi Covid-19 ile ilgili de hatrı sayılır sayıda komplo teorisi fikri var. Ben bu komplo teorilerinden bahsetmeyeceğim çünkü bunların hiçbiri bize hizmet etmiyor. Bunlar sadece toplumda korkuya sebep olan ve bildiğimiz zaman bizi sonuca götürmeyen, bir artı değer katmayan şeyler.

Ama şunu özellikle belirtmek istiyorum: Corona korku salmak için kullanılıyor olabilir, Amerika’nın oyunu, İsrail’in tuzağı, HAARP projesi ya da daha birçok şey olabilir. Her gün kansere bağlı rahatsızlıklardan ya da farklı hastalıklardan daha fazla insan ölüyor olabilir. Ama bunların hiçbiri bu virüsün kısa sürede binlerce insana zarar verdiği gerçeğini değiştirmez ve önlem almaya engel değildir.

Bu gibi durumlarda sormamız gereken ilk şey şu olmalı: “Bu şey benim ya da sevdiklerimin başına gelirse sağlığımızı tehdit eder mi?” Eğer cevap evetse bu durumda bunun İsrail’in ya da Amerika’nın oyunu olup olmaması tüm önemini yitirir. Çünkü her kimin oyunuysa neticede biz ve sevdiklerimiz zarar görebiliriz. Kısacası Hatice’ye değil neticeye bakmak bizim için en verimli olandır.

Bunu yaparken de korku dolu uyduruk hikayelere kendimizi kapatmalıyız. Çünkü emin olduğumuz bazı şeyler var: Bu virüs bulaşıcı mı? Evet. Ölümcül seyredebilir mi? Edebilir. O zaman bitti gitti. Yok Çin yalan söylüyormuş, virüsü aşı şirketleri ortalığa salmış, birisi gelmiş de kutudaki virüsleri devirmiş… Ee? Bunları bilmek virüsün bulaşıcılığını azaltmıyor. O zaman hepsini kafamızdan atıyoruz.

Whatsapp ses kayıtları

Bana bu gibi durumlarda asla ama asla itibar edilmemesi gereken şey nedir diye sorsanız ilk sıraya whatsapp ses kayıtlarını koyarım. Deprem olur Ayça’nın abisinin ses kaydı yayılır, salgın olur Çin’de yüksek lisans yapan biri Türk bir tanıdığına Çin’in onları öldürdüğünü söyler, salgın Türkiye’ye gelir birinin Haseki Hastanesi’nde görev yapan eltisi halkı uyarır. Bu hikayeleri mantıklı bulan varsa derhal elindeki telefonu bıraksın arkadaşlar. Bu insanlar madem bir şeyler biliyorlar basına haber versinler, ne bileyim polisi arasınlar, hiç olmadı tweet atsınlar. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bakın bu ses kayıtlarının etkisini görmek isterseniz kendiniz bir ses kaydı oluşturun, sağa sola whatsapp gruplarına gönderin. Aynı ses kaydının bir yakınım gönderdi kesin bilgi diye size geri dönmesi birkaç saati almayacaktır. Bu ses kayıtları sayesinde millete kolonya bile içirirsiniz.

Lütfen bu tip ses kayıtlarını dinlediğinizde korku duyacak olursanız aklınıza Ayça’nın abisini getirin. Ayça’nın abisi hatırlarsanız 26 Eylül’de İstanbul’da meydana gelen 5.8 şiddetindeki depremin ardından ortaya çıkmıştı. Çok net bir şekilde gece büyük İstanbul depremi olacağını, insanların evlere girmemesi gerektiğini söylüyordu. Bir şey oldu mu? Tabii ki hayır! Ama ben de dahil birçok insan bu ses kaydını duyup endişeye düştük. Çünkü birinin bu kadar kötü niyetli olabileceğini tahmin etmediğimiz için ya doğruysa dedik. Bakın çok samimi söylüyorum. Ben de bunu dedim. Çünkü korku duyan bir insan böyle şeyler yapar. O yüzden sizden bundan böyle duyduğunuz her ses kaydında Ayça’nın abisini hatırlamanızı istiyorum. (Garip bir istek farkındayım ama niyetim iyi.)

Bunun kime ne faydası var?

Biliyorsunuz halklar olarak genelde devletlere güvenmiyoruz. Zaten neden güvenelim? Babamızın evladı değiller. Ama bazı konularda aklı selim davranmamız da lazım. Kafamızın içinde devamlı paranoyak düşünceleri beslemenin hiçbirimize bir faydası yok. Bir şeyden şüphe duyduğunuzda şunu sorun: “Bunun kime ne faydası var?” Mesela koronavirüsü ele alalım. Devletlerin bunda ne çıkarı olabilir? Başlangıç için gerçekten komplo teorilerinde söylendiği gibi insanları korkutmak ve gündemi değiştirmek için bunu kullanmış olabilirler. Bu cepte, itiraz etmiyorum. Fakat bu salgının boyutları ilerlediğinde bunda devletlerin ne çıkarı olabilir? Çünkü salgın ilerledikçe insanlar evlerinden çıkmıyor, alışveriş yapmıyor, çalışamıyor. Bu da ekonomilerin çökmesi ve dolayısıyla devletlerin zarar etmesi demek. O halde bir devlet neden aslında virüs olmamasına rağmen virüs var desin? Ya da neden durum bu kadar ciddi değilse bu kadar ciddiymiş gibi davransın? İşte bunlar hep sormamız ve sonra kendi aklımızla cevaplamamız gereken sorular.

Bilim insanları, tıpçılar ne diyor?

Birçok yayın organında ve sosyal medyada tıp ve bilim insanlarının halkı virüsle ilgili son derece detaylı anlatımlarla bilgilendirdiğini görüyoruz. (Onlar iyi ki varlar.) Bu güzel insanlar sayesinde virüsün olası bulaşma şekilleri ve bunlara karşı nasıl önlemler alabileceğimiz konusunda bilgimiz var ve dolayısıyla tabiri caizse savaşmaya hazırız.

Bu müthiş önemli konuları dile getirenler olduğu gibi virüsün son derece önemsiz olduğunu söyleyen ve hiç ciddiye almayan tıpçılar da var. Ben şahsen bu insanları gördüğümde hayretler içinde kalıyorum. Virüsün önemsizliğini gazlayanları da hiç anlamıyorum. Bir de bunu yapan insanlar okumuş görmüş insanlar. Yani sen kişisel olarak bunun devletin oyunu olduğunu düşünüyor olabilirsin, ilaç şirketlerinin, aşı şirketlerinin işine yaradığını düşünebilirsin ama bu pratikte insanların zarar görme ihtimalini azaltmıyor. Aksini gösteren onlarca vaka, onlarca veri varken “Bence toplumun %60’ı zaten grip oldu o kadar abartacak bir şey yok” demek nedir? Bu tarz bir açıklamayla “Türkiye’yi Allah koruduğu için Türkiye’ye virüs bulaşmıyor” demek arasında ben fark göremiyorum gerçekten.

Zaman acayip şeyler zamanı

Zaman tam da bir grup insanın ağzınıza tuz çekin, günde 3 kez amuda kalkın, paça çorbası için gibi bilimsel temeli olmayan zırvalıklarla gündeme gelme zamanı. Asıl bence şüpheleneceksek bunlardan şüphelenelim. Biri çıkıp kolonya virüsün düşmanı dedi diye marketlerde kolonyalar bitti. Ana haber bültenine çıkıp “kolonyaya normalde değer verilmiyordu ama şimdi kıymeti anlaşıldı buna biraz üzüldük açıkçası” diyen kolonya şirketinin müdürünü gördü gözlerim. Yani kolonya evet içindeki alkol seviyesi dolayısıyla faydalı bir ürün ama hiç faydası olmayacak bir ürünü bile böyle pazarlayabilirsiniz endişeli bir halka.

Kısacası insanlar korkuya kapılmışken söylenen hemen hemen her şeye sorgulamadan inanmaya ve o yönde hareket etmeye meyilliler. Dolayısıyla bana soracak olursanız uçlarda gezen herkese mesafeli yaklaşmakta fayda var. Şahsen ben “Virüs mirüs yok ben göremiyorum hani virüs?” diyen insanlara ne kadar şüpheli bakıyorsam “Bu virüs acayip bir şey, hepimiz öleceğiz.” diyen insanlara da aynı şüpheyle bakıyorum. Çünkü birinin dediğine göre Çin’de virüs vakalarının hiç görülmemesi gerekiyordu; diğerinin dediğine göre Çin’de herkesin ölmesi gerekiyordu.

Koronavirüsün tedavisi var mı?

Yetkililer tarafından belirtildiğine göre koronavirüsün bilinen bir tedavisi yok. Böyle dedim diye hemen endişelenmeyin. Bu gibi solunum yollarında etkili olan viral durumlar için uygulanan bir tedavi yokmuş zaten. (Grip olduğunuzda doktorunuzun ilaç versem de 1 haftada geçecek vermesem de 1 haftada geçecek dediği zamanları ne çabuk unuttunuz?) Genel olarak koronavirüs nedeniyle ortaya çıkan semptomlar tedavi ediliyor. Yani basit bir anlatımla koronavirüsü değil koronavirüs nedeniyle oluşan solunum zorluğu, öksürük tedavi ediliyor.

Bununla birlikte yapılan bazı çalışmalar sonucunda Covid-19 üzerinde son derece etkili ilaçlar geliştirdiklerini söyleyen ülkeler de var. Örneğin Avustralya HIV ve sıtma tedavisinde kullanılan iki ilaçtaki etken maddelerin karışımı ile geliştirilen bir ilacın koronavirüs üzerinde etkili olduğunu açıkladı. (İlacın akıbeti 3 aya belli olurmuş. Yani henüz umutlanmayın Haziran’a kadar bekleyin.) İlaca dair son açıklama ise Çin’den geldi. Çin, Japonya’da geliştirilen bir ilacın koronavirüs hastalarını 4 günde iyileştirdiğini söyledi. Bakalım o ilaçla ilgili gelişmeler ne olacak.

Korona virüsün aşısı var mı?

Aşı çalışmaları dünyanın her yerinde devam ediyor. Onlarca şirket aşı üzerinde çalışıyor. Ancak henüz insanlar üzerinde kullanılabilen bir aşı bulmaktan oldukça uzağız. Aşının bulunduğuna dair haberler var ancak o aşı daha denenecek de ohoo… En son Amerika’da bulunan bir aşı gönüllü bir kadın üzerinde denendi. Sonuçları bekliyoruz.

Zaten aşı bulunduktan sonra ne değişecek onu da bilmiyorum. Biliyorsunuz aşılanmamak da son yılların modası oldu. Millet çoluğunu çocuğunu aşılamayıp dünyadan silinen salgınları hortlatmaya çalışır gibi bir uğraş içinde. Neyse bu dedikoduyu aşı çıkınca yaparız şimdi konudan uzaklaşmayalım.

Türkiye’de ilk vaka ne zaman açıklandı?

Türkiye birçok komşusunda virüs görülmüşken vaka açıklamayan tek ülke olmasıyla bizi biraz düşündürdü. Bir grup ülkemizi Allah koruduğu için virüsün gelmediğine ikna olmuşken bir grup da özellikle İran ve İtalya gibi Türkiye’ye yoğun trafiği olan ülkelerde bunca vaka varken Türkiye’de görülmemesinin imkansız olduğunu düşünüyordu. Ve nihayetinde 11 Mart’ta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye’deki ilk koronavirüs vakasını açıkladı. Bu açıklamanın IMF’nin virüsten etkilenen ülkelere 50 milyar dolarlık destek sağlayacağını duyurmasından sonra yapılması birçok insanda şüphe uyandırdı. Yani ülkecek ekonomik kaygılar nedeniyle virüsün varlığını açıklamadığımızı düşünürken birden bire destek almak için “Ya şey bizde de var ya” diye şüphe uydurduğumuz paranoyasına geçiş yaptık. Yine ülkemizde yaşanmaya alıştığımız karışık duygular işte. Belki IMF’nin bu destek duyurusunu 10 Mart değil de 4 Mart’ta yaptığını bilmek biraz olsun içimizi rahatlatır. 10 Mart’ta olan şey virüsün Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilmesiydi.

Türkiye’de virüsten etkilenen kaç kişi var?

11 Mart tarihinde açıklanan ilk virüs teşhisinin ardından iki gün sonra bu sayı beşe yükseldi. 18 Mart itibarıyla da Türkiye’de 98 vaka olduğu açıklandı ve yine aynı gün ilk ölümün gerçekleştiği haberi geldi. Türkiye’de hayatını kaybeden koronavirüs teşhisi konmuş ilk hasta 89 yaşında bir erkek oldu.

Görsel: fanatik. com

Türkiye koronavirüs ile ilgili ne gibi önlemler aldı?

Avrupa’nın geneline baktığımızda, eğer açıklamalar gerçekse ve kimse bizi keriz yerine koymuyorsa, Türkiye’de oldukça hızlı ve yerinde önlemler alındığını söyleyebiliriz. Öncelikle virüsün ocak ayında dünyaya yayılmaya başlamasıyla birlikte koronavirüsün görüldüğü ülkelerden gelenler, havalimanlarında termal kameralar aracılığıyla test edilmeye başlandı. Bu elbette 14 gün kuluçka süresine sahip bir virüsün ülkeye girişini önlemek için etkili bir yöntem değildi ama birçok ülke de başlangıçta benzer önlemler aldı. Bu önlemleri 5 Şubat’tan itibaren Çin’den gelen tüm uçuşların durdurulması; İran’da görülen vakalar üzerine 23 Şubat’ta İran’la sınırların kapatılması ve 29 Şubat’ta İtalya, Güney Kore ve Irak’la uçuşların durdurulması izledi.

11 Mart tarihinde ilk vakanın görülmesi üzerine 12 Mart’ta yapılan toplantının sonunda eğitime ara verildi, spor müsabakalarının seyircisiz oynanması kararlaştırıldı, tüm kültürel ve sanatsal etkinlikler ertelendi, kamu kurumlarında hamileler, yasal süt izni kullananlar, 60 yaş ve üstü çalışanlar 12 gün boyunca idari izinli sayıldı, Alo 184 hattı kuruldu, risk grubunda yer alanların ilaçlarını tekrar hastaneye gitmeden alabilmeleri sağlandı, 13 Mart’ta Almanya, Fransa, İspanya, Norveç, Danimarka, Belçika, İsveç, Avusturya ve Hollanda’ya; 16 Mart itibariyle de Mısır, İngiltere, İsviçre, Suudi Arabistan, İrlanda ve Birleşik Arap Emirlikleri ile uçuşlar durduruldu. Bununla birlikte yurtdışından ve umreden gelen tüm vatandaşlara karantina uygulaması yapılmaya başlandı; sağlık personellerinin izinleri ertelendi ve birçok şehirde acil durumlar için çalışmalar başladı.

1 kişide olması salgın anlamı taşır mı?

Ülkede ilk vaka ortaya çıktığında hepimizin aklını bu soru kurcaladı. Hatırlarsanız o zaman virüsün 1 kişide olmasının salgın anlamına gelmediğini bol bol duyduk. Bence cevabı teoride hayır olan bu soruya pratikte evet dışında bir cevap vermek mümkün değildi. Elbette böyle bir konu benim bencelerimle değerlendirilemez ama gelin mantıklı düşünelim. Enfekte olduğu 2-14 gün içinde fark edilen bir kişi sizce kaç kişiye daha bu virüsü taşımış olabilir? 1 kişinin enfekte olması demek ortalama 635 kişinin enfekte olması anlamına geliyor. Virüsü 7. Gününde taşıdığını fark eden biri önceki 7 gün boyunca kimlerle temas kurdu, nerelere dokundu, nerelerde öksürdü? O kişilerin de virüsü taşıdıklarını görmeleri için 2-14 güne ihtiyaç var. Peki onlar bu süre zarfında nerelerde kimlerle irtibat kurdular?

Görüldüğü gibi ülkemizde 11 Mart’ta açıklanan vaka sayısı 1 iken, 18 Mart itibariyle 98 kişinin virüsten etkilendiği belirtiliyor. Türkiye’de yedi günde artış şöyle oldu: 1- 1- 5 – 5 – 18 – 47 – 98. İtalya’daki artış ise şöyleydi; İlk gün 3; beşinci gün 21; onuncu gün 323 derken ilk ayda 27.980 kişi enfekteydi. Bu rakamlar hemen içinizi daraltmasın. Bizde de elbet ilerleyen zamanlarda sayılarda bir patlama yaşanacaktır. Ama İtalya bu koronavirüs konusunda Avrupa’nın sülalesi en rahat ülkesi gibi davrandığı için ondaki patlama da haliyle biraz büyük oldu. Bizdeki yükseliş o kadar kötü olmayabilir. (Olabilir de tabii ben nereden bileyim? Evde oturup deneyini yapabileceğim bir konu değil neticede.)

Alınan önlemler gerekli mi?

Bugüne kadar koronavirüsün ilerleyişi bize bulaşıcı bir hastalığın 1 kişide olmasının salgın is coming demek olduğunu öğretti. Artık elimizde bunca veri varken kusura bakmayın ama bunun aksini reddetmek dingillikten başka bir şey değil. İsterseniz tıp profesörü olun isterseniz ilkokul mezunu olun bunun hesabını yapmak o kadar zor değil. O yüzden 1 kişide var diye rahatlayıp yaymamalıyız. Haliyle dünya geneline baktığımızda ülkemizde alınan önlemlerin çok yerinde olduğunu görüyoruz.

Türkiye’de corona virüsten endişelenmeli miyiz?

Yukarıda saydıklarım virüsün Türkiye’de görüldüğü 11 Mart’tan 18 Mart’a kadar, 7 gün içinde alınmış önlemler. Birçok ülke sınırların içinde görülen vaka sayısı binlere varmış olmasına rağmen hiçbir şey yapmıyorken Türkiye’de sadece 6 günde alınan önlemler böyle. Sağlık bakanını her gün televizyonda açıklama yaparken izliyor olmamız ve her türlü asparagas haberde sosyal medyadan açıklama yapması da bence en az bu önlemler kadar mühim. Aslında alınan önlemlere sevinmemiz gerekirken birçok insanın daha fazla endişeye kapıldığını görüyorum. Bu durum gerçekten iki uçlu bir değnek. (Anladınız siz onu.) Önlem alınmasa “Neden önlem alınmıyor” diye feveran edecek binlerce insan önlem alındığında da “Bizden bir şeyler mi saklanıyor acaba?” diye korkuya kapılıyor. Her ne olursa olsun bunların “önlem” olduğunu unutmamalıyız. Adı üstünde önlem. Durumun daha kötü bir hale gelmemesi için yapılan çalışmalar. O yüzden korkmuyoruz. Bizi harekete geçirip önlem almamızı sağlayacak, yani bize hizmet edecek kadar endişe duyup önlemimizi alıyor ve arkamıza yaslanıyoruz.

İtalya ve İran corona virüs salgınından neden bu kadar etkilendi?

Bugün virüsün Çin’den sonra İtalya ve İran’da akıllara zarar bir şekilde ilerlediğini biliyoruz. İtalya ve İran senaryolarında dünyanın geneline baktığımızda çok farklı faktörler de devreye giriyor. Bu iki ülkede virüsün ciddiye alınmamış olması ve dolayısıyla önlem alınmaması göze çarpan ilk detaylardan. Ancak bunun yanında yapılan testlerin hayati öneme sahip olduğunu ve virüsün ilerlemeden tespit edilmesini sağlayarak can kayıplarını önlediği bir gerçek. İki ülkenin eksik kaldığı bir diğer detay da bu.

İtalya’da neler oldu?

Çin’in hemen dibinde yer alan Güney Kore test konusunda birçok ülkeden daha iyi bir iş çıkarırken ve bu sayede ölüm oranlarını azaltmayı başarırken İtalya gibi bazı ülkeler test yapma konusunda son derece başarısız kalıyor. İtalya ve Güney Kore’yi kıyaslamamız gerekirse şöyle bir tabloya ulaşıyoruz: 17 Mart itibariyle Güney Kore 8,320 vaka ve 81 ölüm bildirmiş. Aynı tarihte bu sayılar İtalya için 31,506 vaka ve 2,503 ölüm. Elbette İtalya’daki vakaların ve ölümlerin tek açıklaması test yapılmaması değil. Aynı zamanda yaşlı nüfus, cinsiyet farkı ve sigara içme oranı gibi faktörler de etkili. Güney Kore’de salgın genç nüfusta görülürken İtalya’da virüsten etkilenenler daha çok yaşlı nüfus. Netice itibariyle İtalya şu an karantinada ve doktorlar ne yazık ki hastalar arasında seçim yapmak zorunda kaldıkları bir noktadalar.

İran’da neler oldu?

İran vaka ve ölüm oranları açısından Çin ve İtalya’dan sonra dünyada üçüncü sırada yer alıyor. İran yönetiminin zaten dünyanın en acayip yönetimlerinden biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Virüsün Kum kentinde ortaya çıkmasının ardından şehri karantinaya almadıkları ve dini açıdan önemli olan şehir dışarıdan turist çektiği için virüs hızlı bir yayılım gösterdi. Öyle ki, Bahreyn, Afganistan, Gürcistan, Irak, Kuveyt, Lübnan ve Umman, ülkelerindeki ilk vakaların İran’dan gelen kişilerden kaynaklandığını açıklamıştı.

İran’da virüsten etkilenen sadece halk olmadı. Virüs milletvekillerinin arasında da hızla yayıldı. Bugün itibariyle 16,169 vaka ve 988 ölüm bildiren İran’da önlemler hastaneler dolup taştıktan sonra alındı. Aynı zamanda ülkede yeterli sayıda kit olmadığı için şüpheli vakaların testlerinin yapılamadığı da biliniyor.

Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı

Doğru duydunuz; her ülkenin virüsle mücadele etme şekli farklı. Bazıları o kadar farklı ki insan duyduklarına inanamıyor. Misal virüs ilk görülmeye başladığında şehri karantinaya almayı reddeden İran virüsle mücadele için cezaevlerindeki 85 bin kişiyi geçici olarak serbest bıraktı. İngiltere’ye göz attığımızda İngiltere’nin salgın başladığında hiçbir şey yapmadığını gördük. Gerçekten hiçbir şey yapmadılar. İnsanların virüse karşı bağışıklık geliştireceğini düşünerek halkın olağan şekilde yaşamasını desteklediler. (Birçok insana göre yaşlı nüfusu öldürmeye çalıştıkları için ayaklarına kadar gelen virüs fırsatını değerlendiriyorlardı.) Ama 18 Mart itibariyle belki dünyadan aldıkları tepkiler yüzünden durumun ciddiyetinin farkına vardılar ve bir şeyler yapmaya başladılar.

Türkiye pozitif çıkan ilk vakadan itibaren sayısız önlem alarak iyi bir kriz yönetimi gösterdi. Umarım ırmağının akışına ölürüm Türkiyem test konusunda da Güney Kore’yi örnek alan ülkelerden olur.

Bu arada ben bu yazıyı yazmaya başladığımda dünya üzerinde Covid-19 tanısı konmuş 188,356 kişi vardı. 7,499 kişi virüs nedeniyle hayatını kaybetmişti ve 80,848 kişi de iyileşmişti. Yazıyı aynı gün bitirdiğimde toplam 196,471 vaka, 7,925 ölüm ve 81,683 iyileşen vaka vardı.

Koronavirüsten korunmak için neler yapabiliriz?

Şu an bu başlığı googlea yazsanız yüzlerce sonuç bulabilirsiniz. O yüzden ben lafı çok fazla uzatmayacağım. Koronavirüsten korunmak için hepimize küçük yaşlarımızdan itibaren öğretilen mucizevi bazı yöntemler var. Elleri sabunla etraflıca yıkamak, etrafa dokunduktan sonra ellerimizi yüzümüze götürmemek ve insanlarla temastan mümkün olduğunca kaçınmak. Yani genel olarak dışarıda insanlarda veya temas ettiğimiz şeylerin yüzeyinde olması muhtemel şeyleri bedenimize değdirmemeye çalışıyoruz. Tabii ben sadece elimizi yıkıyoruz dedim ama şimdi gidip yüzünüzü de çeşitli zeminlere sürmeyin onu da ekleyeyim. En önemlisi ise evde oturuyoruz ve kimseyle görüşmüyoruz.

Evde mi oturuyoruz?

Evet evde oturuyoruz güzel kardeşim. Kimseyle görüşmüyoruz. Kimse evimize misafirliğe gelmiyor, biz de kimseye gitmiyoruz. Zorunlu durumlar dışında evden çıkmamak virüsün bulaşı riskini azaltan en önemli hamlelerden biri. Peki hangi durumlar zorunlu durumlardır? Genel olarak işe gitmeyi, yiyecek alışverişlerini ve sağlık sebeplerini zorunlu hal olarak düşünebiliriz. Bu durumlar haricinde dışarıya çıkmıyoruz.

Eğer dışarı çıkıyorsak da insanlarla aramıza mesafe koymayı ihmal etmeyelim ve hiçbir yüzeyle temas kurmamaya gayret edelim. Tokalaşmak, öpüşmek, sarılmak, bunları zaten duymamış olayım. Gün içinde ellerimizi sık sık yıkayalım; yıkama imkanımız yoksa alkollü bir temizleyici kullanalım. Eve geldiğimizde ayakkabılarımızı dışarıda bırakalım ve kıyafetlerimizi havalandıralım. Dışarıdan getirdiğimiz şeyleri de balkonda veya dışarıda bir müddet havalandıralım. Sebze ve meyvelerimizi bol suyla yıkayalım. Bunlar çok önemli.

Bir de eğer apartmanımızda, mahallemizde yalnız yaşayan yaşlı bireyler varsa dışarıya çıktığımız zamanlarda onların da bir ihtiyaçları olup olmadığını sorarsak onları da koruyabiliriz. Bu da oldukça önemli.

Hala ikna olmadınız mı?

Değerli dostlarım bakınız bu bir şaka değil. Binlerce insan canının derdine düşmüş, savaş veriyor. Aranızda ben gencim bana bir şey olmaz diyen varsa derhal o düşünceyi kafasından çıkarsın. Kişisel sorumsuzluklarımızın ve nereden geldiği belli olmayan özgüvenlerimizin başka insanlara zarar verebildiği bir noktadayız. Size bir şey olmaz ama sizin taşıdığınız virüs annenize geçer, babanıza geçer, onlar zor duruma düşer. O yüzden evden çıkmanız gerekmiyorsa lütfen çıkmayın.

Evde oturmak ilk başta kulağa sıkıcı gelebilir ama endişe etmeyin duruma el atıp ev karantinasında neler yapabileceğiniz ile ilgili ayrıntılı bir liste hazırladım. Bu listede birbirinden kıymetli bazı arşivlere giden güzel linkler de var. Özellikle kültür, sanat ve akademi anlamında oldukça güzel şeylere ulaşabilirsiniz. “Karantinada evde neler yapabilirsiniz?” yazısını okuyabilirsiniz.

İstifçilik yapmaya gerek var mı?

Şahsen ben bu gibi kriz durumlarında alışveriş yapmak isteyenlere yüklenenlere kesinlikle katılmıyorum. İnsanların korku ve panik halinde işlerin kötüye gideceğini düşünerek kendilerini garantiye almak istemelerini oldukça normal buluyorum. O nedenle elbette alışveriş yapmak istemek son derece normal. Hatta bir süre evden çıkmanıza gerek olmayacak kadar alışveriş yapmakta da fayda var. Ancak bu alışverişlerin istifçilik boyutuna varmaması oldukça önemli.

Bir şey almak istediğinizde lütfen o şeye tıpkı sizin gibi başkalarının da ihtiyaç duyabileceğini unutmayın. O nedenle tıpkı normal zamanlarda olduğu gibi şimdi de sadece ihtiyacınız kadar alışveriş yapmaya çalışın. Merak etmeyin salgın olduğunda hiçbirimiz aç kalmayacağız. Öyle olsaydı Çin’de herkesin açlıktan ölmesi gerekirdi. Ama neredeyse 3 ay süren ve zirve yapan salgın döneminde bile yiyecek ve içecek bulabildiler. Bir de ilk vaka açıklandığında marketlerde un bulamayanların glutensiz unlara hücum ettiğini öğrendik aman diyeyim. Biz glutensiz unları sıkıntısız tüketiyor olabiliriz ama çölyak hastalarının zaten az sayıda bulunan glutensiz unlardan başka bir seçenekleri yok. Böyle hareketler sahada görmek istediğimiz hareketler değil.

Zaten biliyorsunuz makarnacılar açıklama yaptı. Olası bir durumda bizi makarnaya boğacaklarmış sağ olsunlar. Bence biz yemek bulmayı değil şimdiden alacağımız kiloları nasıl vereceğimizi düşünelim.

Sağlık personellerine teşekkür etmeyi unutmayın

Son olarak, salgınlarda en çok yorulanlar ve salgınlardan en çok etkilenenler kuşkusuz sağlık personelleri. Lütfen tüm sağlık personellerinin ne kadar kutsal ve önemli bir iş yaptıklarını bilelim. Onlara karşı her durumda sabırlı ve anlayışlı olalım. Bu özveriyi zaten her zaman göstermemiz lazım ama hiç yoksa bile olası bir durumda onlar tarafından bakılmaya muhtaç olacağımızı unutmayalım. Tüm sağlıkçılara buradan Seda Sayan’ın kokulu öpücüklerinden gönderiyorum. İyi ki varsınız, iyi ki tıp okudunuz, iyi ki doktor oldunuz. Hepinize virüsle mücadelede kolaylıklar diliyorum. (Uzman olacaklara da şimdiden TUS’ta başarılar.)


Evet yazımın nihayet sonuna geldim. Buraya kadar okuyan herkesi sabrından ötürü kutlarım. Aslında bir iki başlıktan oluşan kısa bir yazı hayaliyle oturmuştum bilgisayarın başına ama tahmin ettiğimden daha uzun bir yazı oldu. O yüzden yazının ana fikrini basitçe özetlemek isterim: Bildiğiniz gibi bu ve benzeri salgınlar insanlık tarihinin hemen her döneminde yaşanıyor. 2020 lanetli bir yıl değil, her şey olağan akışında ilerliyor. Sadece alışık olmadığımız zor dönemlerden geçiyoruz. Bu dönemleri zorlaştıran tehlike tellallarından uzak durmak yapacağımız ilk şey olmalı. Komplocuları dinlemek zorunda değilsiniz. Bu yaşananlar komplo olsa da olmasa da sonuç değişmiyor. Lütfen acayip senaryoları görmeme hakkınızı kullanın ve bunlardan uzak durun. Önlemlerinizi alın ve gerisini çok da takmayın.

Gün içinde canı sıkılan olursa Instagram’a da beklerim. Orada canımız sıkılmasın diye eğlenceli şeyler yapıyoruz. Siz de gelmek isterseniz aşağıdaki görsele tıklayın.

Kaynaklar:

İlgini Çekebilir

Yorum Bırak

E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

6 Yorum

  • Selin
    18 Mart 2020, 19:34

    Gerçekten şu lanet virüs çıktığından beri okuduğum en iyi yazıydı elinize sağlık. Haber kanalları çer çöp dolu köşe yazıları desen siyasetten geçilmiyor twitter insanı delirten videolarla deolu whatsapp ses kayıtlarıyla dolu. Nereye bakacağımızı şaşırdık hepimiz korkuyoruz iyi ki bu yazıyı okudum. Bir derin nefes aldım. Evde kalmaya devam.

    CEVAPLA
    • Melke@Selin
      18 Mart 2020, 19:39

      Kafamızdaki o gereksiz düşünceleri uzaklaştırmak ve önlemlerimizi almak yeterli. Umarım hepimiz psikolojimizi olması gerektiği yerde tutabiliriz. 🙂

      CEVAPLA
  • elifgeziyor
    18 Mart 2020, 19:36

    Yazıyı okurken tam endişeleniyorum sonra bir gülme geliyor böyle böyle sonuna geldim. Teşekkürler!

    CEVAPLA
    • Melke@elifgeziyor
      18 Mart 2020, 19:38

      Endişelenmek bize hizmet ettiği noktaya kadar kabulümüz ama sonrasında muslukları kapatıyoruz. 🙂

      CEVAPLA
  • silatnc
    18 Mart 2020, 19:53

    Umarım anlattığınız gibi endişelenecek bir durum yoktur teşekkürler emeğiniz için.

    CEVAPLA
    • Melke@silatnc
      18 Mart 2020, 20:02

      Endişelenecek bir durum varsa da gereğinden fazla endişelenmek bize bir şey katmayacak. Bu dönemde önlemlerimizi alalım ve sakin kalmaya gayret edelim. 🙂

      CEVAPLA

Yeni Yazılar