Flamingolar Pembedir Kitap İncelemesi Aslı Perker

Flamingolar Pembedir Kitap İncelemesi Aslı Perker

Onu son gördüğümde, önünde harita metot defter, mutluluğun resmini çizdiğini iddia ediyordu. Abidin Dino’ya ve Nazım Hikmet’e olan hayranlığı su götürmez bir gerçekti ya, illa ki ispatlayacaktı bunu. Geri çekildi resimle beni baş başa bırakıp. Eğildim, gözlerimi derhal yapıştırdım deftere. Kenarlarını belirlemediği bir denizin ortasına bıraktığı gülümseyen iki kocaman yüzdü karşımdaki. “Ne yapıyorlar? Yüzüyorlar mı? Yoksa altlarında sandal mı var?” diye sorma gafletinde bulunma nedenim, bize ezberletilen basmakalıp fikirlerin neden olduğu yüzeysel algılardan ötürüydü. Hep bir neden aramak ve o nedeni, şak diye bulabilme arzusuyla koşullanmak yüzünden, duyguların umamisine bir türlü ulaşamadığımızı fark ettim o an. Ama iş işten geçmiş, çoktan cevap vermişti bile: “Bir şey yapıyorlar. Daha ne olsun? Mutlular işte. Denizle bütünleştiklerini hissetmeleri yeterli değil mi?”

Bana varlığını hatırlattığı iksiri damarlarımdan aşağı bırakırken, aklıma ilk gelen şey Aslı Perker’in “Flamingolar Pembedir” kitabı oldu. Çünkü nereye ait olduğunu hissetmenin ve köklerine sarılmanın yolunu bulmak için bütün deneyleri kendi içerisinde başlatan bir kızın öyküsü kadar çok az şey etkileyebilmişti beni. Bir tek Magda Szabó’nun “İza’nın Şarkısı” adlı kitabında bu kadar yüksek okur aidiyeti hissetmiştim. Ondan sonra da bu kitapta oluştu aynı his. Okurken hem gerçek hem de samimiyet aynı anda irili ufaklı parçalar halinde yerleşirken göz çukurlarıma, kılımı kıpırdatmadan çevirdiğim sayfalar, kilometrelerce yolu kısacık hale getiriyordu zihnimde. Sonuçta vardığım nokta fazlasıyla mantıklı bir cümleydi: “Flamingolar pembedir.” Evet. Ama neden?

Hayır. Elbette bu sorunun cevabını vermeyeceğim. Çünkü Aslı Perker’i okurken, kitaba ismini veren cümlenin, metaforik yapısını keşfetme zevkinden sizleri mahkûm bırakacak kadar gaddar değilim. Hayatının ilk adımlarında varlığının kavramsal telaşına düşen, yaşı küçük olsa bile duyguları asla hafife alınmaması gereken bir kız çocuğunun hikâyesi bu. İhmal edilmemesi gereken bir detayı, daha kitabın ilk sayfalarından itibaren yüzümüze vuruyor. İnsan büyür, düşünceleri gelişir ama duyguları her yaşta kuvvetlidir. Kahramanımızın içine basa basa sindirdiği yalnızlığı, kalbine dokunan dayısıyla bölüştüğü hayatın tuzlu yanlarını, fakirliklerindeki zenginliği, geçmişi hatırlamaya çalışırken sevginin ta kendisini unutmasını ve ayakta kalmak için evvela yere basmayı öğrenmesi gerektiğini aheste biçimde düşürüyor dudaklarından Perker. Eşsiz anlatımını yazar gibi değil de, konuşur gibi satırların arasına sığdırarak gerçekleştirmesi, bizleri öykünün bir parçası haline getiriyor ve ne hikmetse, gerçekleşen hiçbir şeye şaşırmıyoruz.

Bu arada Aslı Perker’in kalemine kendinizi bıraktığınız zaman çok farklı sürprizler de sizi bulmuyor değil. Onu okurken denizin bütün maviliğini cömertçe kucaklıyorsunuz mesela. Sonra dalgaların sıçrattığı tuz taneciklerinin derinizi kavurmasını hoş karşılıyorsunuz. Ve tepenizde duran güneşi, onunla eş zamanlı olarak selamlıyorsunuz. Çünkü o küçük kızın kırılmadan, incinmeden, yolunu düzleştirerek yaptığı yürüyüşe ortak oldunuz bir kere, gözleriniz uzaklaşsa dahi ruhunuz gitmez hiçbir yere. Hayır, hayır. Sadece gözlerinizle değil, tüm kalbinizle orada kalıyorsunuz. O kadar samimim ki Aslı Perker, aralık bıraktığı kalpten içeri sızmamak neredeyse imkânsız. Dilinin hafifletici etkisi de bu yüzden çok değerli. Kahramanın en zor anlarında bile endişeye düşmeyişiniz, onu size çok iyi tanıtması sayesinde. Ruhuna ortak olduğum küçük kızla beraber uzun bir hikâyenin gülümseyen yüzünü paylaşma noktasında epey bir mesafe kattım ben de. Ağlanacak yerde güldüm, gülünecek yerde somurttum. En az onun kadar kaygılandım ve belki de o yalnızlık dehlizinde, karanlıktan korkmayışım da, sırf o yanımda olduğundandı. O dayısından güç alırken, ben de ondan ilham aldım ve hep hikâyede kaldım.

Flamingoların pembeleşme nedenini gizli tutmakta ısrar etsem de, tek ayaklarının üzerinde uzun süre kalabilme kabiliyetlerini, büyüyüp güçlenen kızın cesaretinde bulmam zor olmadı. Keşfettiğim kocaman yüreğin sahile vuran hayalleri beni de götürdü istediği yere. Aslı Perker’in okuyucusunu evinin baş köşesine oturtup rahat ettirdiği bir ev “Flamingolar Pembedir.” Misafirine iyi davranmak değil onunkisi. Veya evine gelen kişiyi memnun etmek için gözlerinin içerisine bakmak değil. Bilakis hayatını yudum yudum paylaşmak. Ve bunu yaparken kolaya başvurup acıyla donatmamak etrafı.

Oysa çok rahat karanlık bir öyküye bürünebilirdi “Flamingolar Pembedir.” Aslı Perker hikâyeye bu kadar sahip çıkmasa, okuyucusunu ağlama duvarına davet eder ve başarılı bir drama yarattığı için haklı övgülerimizi de alırdı. Ama yazarın da samimiyeti ve hayatı en taze haliyle ele alması burada yukarı taşıyor kitabı. Duygularımızın çabuk soğuması ve yola kaldığımız yerden devam etmemiz ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Kulak veriyorum Aslı Perker’e, defalarca yüzüme çarpıp duruyor aynadan taşan yüzüm: “Başını sallıyor. ‘Dün gibi.’ Bu sefer ben başımı sallıyorum. Dün gibi değil. Benim bu konuda bırak konuşabilmem, düşünebilmem bile, bu kadar yılımı almışken. Bir an düşünüyorum. Aslında demek ki ben de uyusa mıydım? Yedi yılın sonunda sadece bir günlük acı hissedeceğimi bilseydim ben de uyurdum doğrusu. Ama ben çocuğum. O kadar uykum yok.”

Pek çok yerde kendinizden parçalar bulacağınız ve iç sesinizle, Perker’in cümleleri arasında muhakkak pişti olacağınız bir kitap “Flamingolar Pembedir.”  Hayata yakınlaşmak ve gölgelerinizi güneşle tanıştırmak için en doğru zaman budur belki de. Yüreğimi masaya koyarak öneriyorum sizlere. Keyifli okumalar.


Bu gönderinin yazarı sevgili Umut Kaygısız’ın tüm kitap ve film incelemelerini buradan ulaşabilirsiniz.

Umut Kaygısız’ı sosyal medyada takip etmek isterseniz linkten sayfasını ziyaret edebilirsiniz. https://instagram.com/umut.kaygisiz.7

İlgini Çekebilir

Yorum Bırak

E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

Yeni Yazılar