Hindistan‘a ilk ayak bastığımız şehir olan Mumbai’yi gezip gördükten sonra sabahın ilk ışıklarında bisikletle Goa ’ya gitmek üzere yola çıktık. Sıcaklar yüzünden sürme planımızı adam akıllı ayarlamamız gerekti. Sabahları saat 04:00-05:00 gibi kalkıp en geç 06:00’da sürmeye başlamış olmamız gerekiyordu. Böylece saat 11:00-14:00 arasını yemek yiyerek ve uyuyarak geçirecek ardından tekrar sürmeye devam edecektik. Sıcaklardan korunmanın en kestirme yolu buydu ve neyse ki bu plana sadık kalabildik. Tabi bu sıcaklarda gölgede kestirdiğinizde bile boncuk boncuk terliyorsunuz ne yazık ki. Aynı sebepten bu yolculuğumuz boyunca en çok parayı 1 litresi 20 Rupi yani yaklaşık 1 lira olan suya verdik. Günde en az 5-6 tane su alıyorduk.
Bir diğer problem de suların çok çabuk ısınmasıydı. Bazı yerlerde bulabilirsek suları donmuş alıyorduk. Böylece uzun süre soğuk kalabiliyorlardı. Bir de yanımızda Stanley’mizin olması çok ciddi bir fayda sağladı. Bu arada geçtiğimiz yolların bazı yerlerinde içilebilir su akan çeşmeler vardı ama biz risk almak istemedik. Onun yerine yemek ve bulaşık için kullandığımız suyu bu çeşmelerden temin ettik. Geçtiğimiz yolların hepsi köy yollarıydı. Genelde iki şerit olan ve çoğu zaman asfalt olmayan yollardan sürdük.
Bisikletle Goa Serüveni
1.Gün Mumbai-Alibag
Sabah 5’te uyanıp kahvaltımızı ettik ve yola çıktık. Mumbai’den çıkmak için Palm Road olarak adlandırılan ünlü bir yolda sürdük.
Burası dümdüz uzanan 3 şeritli güzel bir yol. Sabah saatlerinde koşanlar, bisiklete binenler hep bu yolu tercih ediyor. Güzel ve düz bir yolda 40 km sürerek öğleden önce Uran’a vardık. Buradan sonraki yol okyanusa dökülen nehirlerin oluşturduğu girintilerle dolu olduğu için çoğu yeri feribotla geçmek daha mantıklıydı. Uran’dan feribotla Rewas’a geçtik. Yaklaşık 15 dakika süren bu yolculuk için kişi başı 15 Rupi ve iki bisiklet için 20 Rupi ödedik. Böylece toplamda 50 Rupi’ye yani yaklaşık 2,5 Lira’ya karşıya geçmiş olduk. Bu arada feribotlar hiç öyle sandığınız gibi değiller. Biz gördüğümüzde iki metre sonra batar bu diye korktuk. Bir de bisikletleri buna nasıl bindireceğiz diye düşünürken öyle bir şeye denk geldik ki ağzımız açık kaldı.
Öğle molamızı bir köyün girişinde verip hem yemeğimizi yedik hem de biraz kestirdik. Rewas’tan sonra 24 kilometre daha sürüp diğerlerine göre biraz daha büyük bir yerleşim yeri olan ve “Mini Goa” olarak anılan Alibag’a vardık. Aslında biz burada sahilde kamp yapmayı umuyorduk ama sahili gördüğümüzde vazgeçtik. Okyanuslarda gel git çok fazla ve belirgin olduğu için sahillerdeki su çok fazla çekiliyor ve yer yer su göletleriyle dolu olan kocaman bir sahil oluşuyor. Alibag’ın sahiline gittiğimizde insanların burada at arabalarıyla gezi yaptıklarını, deve kiraladıklarını ve standlarda bir şeyler sattıklarını gördük. Karşılaştığımız görüntü umduğumuz o sakin sahilden çok uzaktı.
O yüzden kamp yapmak için başka bir yer aramaya başladık.
Bir çıkmaz sokak arasında evlerin ortasında boş bir park yeri bulduk. Etraftaki evlere de sorduk, bir sakıncası yok dediler, çadırımızı kurduk. Hani beklediğimizden değil de bunu Türkiye’de yapmış olsaydık konuştuğumuz insanların hepsi aç mısınız diye sorup hayır cevabını dahi alsa yiyecek bir şeyler getirirdi. Burada normal olarak bunu soran olmadı ama en azından biri telefonlarımızı evinde şarz etmemize izin verdi. Bir diğeri de ihtiyacınız olan bir şey olursa söyleyin dedi. Buna da şükür. Akşam saat 10 civarı evi sokağın sonunda olan yaşlı bir adam gelip bize huysuz huysuz bakarak “Size kim buraya kamp yapın dedi?” falan diye bir şeyler sordu. Açıkladık, anlattık. Boyna “Hayır kime sordunuz?” diye gıcık gıcık konuşmaya devam etti. Sonra da karısıyla birlikte bizden nefret ettiklerini anlamakta zorlanmadığımız bir bakış atarak gittiler.
Bu arada, Güney Mumbai denen bölgeden Rewas’a direk feribot olduğunu da öğrendik. Tam fiyatını bilmiyoruz ama bu feribot bizim bindiğimizden daha pahalıymış. Üstelik bu feribotun Mumbai’de kalktığı yer, zaten bizim kaldığımız yere göre şehrin diğer ucundaydı. Aynı mesafeye yeni yerler görmüş olduk.
2.Gün Alibad- Murud
Kışlık uyku tulumlarımızı Alman arkadaşlarımızla birlikte Türkiye’ye, evimize gönderdiğimiz ve yazlık tulumlarımız henüz elimize ulaşmadığı için geceyi tulumsuz geçirdik. İlk başlarda hava terleyeceğimiz kadar sıcak olmasına rağmen gece ürpererek uyandık. Neyse ki üzerimize havlularımızı örtmek yeterli oldu. Sabah 5’te uyandık ve eşyalarımızı toplamaya başladık. Tam gidecekken karşı evin kapısı açıldı. Meğer teyzeyle amca da bizimle fotoğraf çektirmek için uyanmış. Herkesin gözleri mahmur. Sabahın loş ışığında çektiğimiz flaşlı fotoğraflar sokağı aydınlattı. Buradan bir sonraki feribota bineceğimiz Murud’a kadar toplam 52 kilometre sürdük.
Bugünün anlam ve önemini belirten olay ise geçtiğimiz iki milli parkın arasında yaşandı. Bir sonraki milli parka gitmek için epey tırmanmamız gerekecekti. Saat hafiften geç olmaya başladığı gibi biz de çıktığımız yokuşlar yüzünden çok yorgunduk. Aslında etrafta kamp yapmaya uygun bir sürü yer vardı ama vahşi hayvanlar yüzünden ortalık yerde kamp yapmak istemedik. Bir köyde su almak için durduğumuzda insanlara köyün içinde kamp yapacak bir yer olup olmadığını sorduk. Önce anlamadılar “Burada otel yok.” dediler. Anlayınca da “Köyün dışı kamp için güvenli” dediler. Yine anlayamadığımız bu misafirperverlikten uzak tavırdan sonra son bir gazla sürelim dedik.
Şans bu ya
Yolda yanımıza motorlu bir adam gelip durduk yere kardeşinin oteli olduğunu söyledi. Sonra biz anlam veremeyince açıklamaya İngilizcesi yetmedi ve kardeşini aradı. Anlamsız geçen dakikalar sonunda yolumuza devam ettik. Hava kararmaya başladığında karşımıza çıkan tapınaklara orada kalıp kalamayacağımızı veya en kötü bahçelerinde kamp yapıp yapamayacağımızı sorduk ama hepsi de olumsuz cevap verdi. Hava iyice kararmaya başladığında bir şehir merkezine geldik. Burası genelde yerli turistlerin geldiği kiralık odaların ve otellerin olduğu orta büyüklükte bir sahil kasabasıydı.
Kalacak Yer Bulamadık
Önce polis merkezine gidip bahçelerine kamp yapıp yapamayacağımızı sorduk. En başta anlamadılar, sonra amirleri olduğunu düşündüğümüz bir adama sordular, aralarında konuştular falan derken en az yarım saat geçti. Sonunda bir polis bize yer göstermek için “Gelin benimle” dedi. Biz oldu bu iş diye sevinirken bir baktık ki bahçeden çıktık. Kadın bizi 100 metre ileride ana yolun kenarında bir yere götürüp burada kamp yapabilirsiniz deyince şaşırdık haliyle. Tabi yolun ortasında kamp yapamayacağımız için bir alternatif aramaya başladık. Sahilde koskocaman bahçesi olan bir yer gördük. Bir devlet dairesiymiş. İçeridekilerle konuştuk, durumu anlattık. Olmaz dediler.
Tabi biz koskocaman bahçenin bir kenarına çadır kurup sabahın 5’inde gideceğiz, neden izin vermiyorlar ki diye bayağı anlamsız bir duygusallık yaşadık. Neticede hava iyice kararmıştı ve gidecek bir yerimiz yoktu. Bari oda bakalım dedik. Benim suratımı görenler fiyatta indirim yapıyordu ama oda fiyatları yine de umduğumuzdan fazlaydı. Şans eseri yolda gördüğümüz adam yanımıza gelip bizi kardeşinin oteline götürdü.
Biraz pazarlık yapınca 2.000 Rupi olan odayı 1.000 Rupi’ye yani yaklaşık 55 liraya tuttuk. Odamızda iki tane çift kişilik yatak, klima, fan ve tuvalet banyo vardı. Üstelik bisikletlerimizi de yanımıza alabileceğimiz kadar genişti. O yüzden ödediğimiz para bize çok dokunmadı. Aslında Hindistan’ın turistik bölgelerinde gecesi 16 liraya kadar düşen hosteller var ama bu bölge genelde yerli turistlerin geldiği bir bölge.
3.Gün Murud- Shrivardanhan
Kaldığımız otelden feribotların kalkacağı yer yaklaşık 4-5 kilometre uzaklıktaydı. Dighi’ye giden feribotlar da en erken 9’da başlıyormuş. O yüzden sabah rahat rahat uyuduk. Feribota bineceğimiz Rajapuri’ye vardığımızda saat 9’a geliyordu. Feribota gidebilmek için sahil şeridini boydan boya geçmemiz gerekti ve bu süre boyunca duyduğumuz bütün kokular son derece kötüydü. Nehir kenarlarındaki balçıkların kokusu ve balık kokuları sıcak havayla ve insanların pislikleriyle birleşince sanki zehir soluyormuşsunuz gibi oluyor ne yazık ki. Burada feribota kişi başı 22 Rupi, bisikletlerin ikisi için de 22 Rupi ödedik. Yani toplamda 66 Rupi’ye, yaklaşık 3,5 Liraya, Dighi’ye geçtik.
Dighi’den sonra Hindistan da asıl yüzünü göstermeye başladı. Yolun bu kısmından sonrasında gittiğimiz toplam yolun yarısından fazlası tırmanıştı. Yolun Shrivardanhan’a kadar olan kısmında iki kez milli parkın içinden geçtik. Hindistan’da gördüğümüz ilk maymunları da bu bölgede gördük. Geçtiğimiz milli kamplardan birinde ne yazık ki insanların arabalarını durdurup ellerinde taşlarla zavallı bir domuzu kovaladığına da şahit olduk. Neyse ki domuz kana bulanmış yüzüne rağmen verdiği yaşam mücadelesinde galip olan taraf oldu ve ormanın içine doğru kaçmayı başardı.
Hava karardı
34 kilometre olmuştu ve hava kararmaya başladı. Akşam üzeri vardığımız bir köyde cami bulup gittik cemaate dert anlatmaya. O esnada yanımızda duran bir adam “Otele gidin” diye bize akıl verdi. Sonra otellerde kalmadığımızı söyleyince “Gelin, güvenli bir yer biliyorum.” diye taktı bizi peşine. İnşaatı daha tamamlanmamış olan bir benzinciye geldik. Ortalık zifiri karanlık. Sadece 200 metre ileride bir bakkal, fırın falan var. Ama ben adam her ne kadar “Binaya giriş yok ama bahçesinde kamp yapabilirsiniz kimse rahatsız etmez.” dediyse de bir türlü güvenemedim. Sanki adam gece gelip her şeyimizi çalacakmış gibi bir havaya büründüm. Sonra binanın cam kısmından girişi olduğunu fark ettik ve çadırımızı içeriye kurduk. Böylece adam gece gelip bisikletlerimizi çalmayı düşünüyorsa da bizi bahçede bulamayacaktı ve giriş olduğunu da bilmiyordu. Bu dahiyane planımızı menemen yaparak kutladık.
4.Gün Shrivardanhan – Keishi
Sabah kalkışımız yine 04:00. Shrivardanhan’dan Keishi’ye kadar 50 kilometreyi sadece ogle yemeği molası vererek sürdük. Kamp yeri ararken bir patika yoldan erişilen, ormanın içinde gizlenmiş bir tapınak bulduk. Gidip baktığımızda kimse yoktu. Gidelim, bahçesine yerleşelim, biri gelirse de kovacak hali yok herhalde artık dedik. Gittik güzelce yerleştik tapınağın bahçesine. Gelen giden olmadı ama gece ikimiz için de biraz korkutucu geçti. Gece boyunca maymunların çıkardığı hışırtı ve ses yüzünden hep diken üstünde uyuduk. Tapınağın yeri de yerleşim yerlerinden biraz uzak olunca her seste acaba biri mi geldi diye irkildik.
5.Gün Keishi-Khed (Tren)
Bölük pörçük bir uykunun ardından hava aydınlanmaya başlayınca uyandık. Eşyalarımızı toplarken tapınağın görevlileri geldi ve bizi gayet güleryüzle karşıladılar. İyi yolculuklar dilediler ve yola koyulduk.
Bu günümüz de diğer günlerden farksız, yokuş çıkmakla geçti. Keishi’den Dapoli’ye kadar 40 kilometre geldik ve burada mola verdik. Artık yorulduğumuza karar verip rotamızı daha fazla güneye doğru devam ettirmemeye karar verip sahilden biraz içeri girerek trene binmek üzere Khed’e yöneltmeye karar verdik.
63 kilometrenin sonunda Khed’e vardık ve toplam 420 Rupi yani 23 Lira ödeyerek akşam 21:30 trenine biletlerimizi aldık. Kişi başı 85; bisiklet başı 125 Rupi ödedik.
Yolların yarısından çoğu tırmanış olmasına rağmen bizi yoran asıl şey insanlar oldu. Çoğu zaman insanlar bize selam vermeden dik dik bakıyordu. Veya dibimize kadar gelip hiç selam vermeden bisikletlerimize dokunmaya başlıyorlar ve kendi aralarında konuşuyor, izin almadan dibimize kadar gelip rahatsız edici şekilde fotoğraf çekiyorlardı. Selam verdiklerimiz de nadiren karşı selam veriyordu.
Yavaş yavaş insanların tavırlarından rahatsızlık duymaya başladığımızı fark ettik.
Özellikle durduğumuzda yanımıza gelip merhaba demeden 15-20 dakika boyunca bizi izleyen insanlardan artık ürkmeye başladık ve bu korku sinire dönüştü. Bazı insanlar bizi durdurup fotoğraf çekinmek istiyorlardı. Bunu muhabbet ederek yapanlar olduğu gibi uzun lafın kısası sapık gibi yapanlar da oldu. Yolda durup her yerde işeyen insanları görmekten gına geldi. Bazı köylerde insanlara kamp kurmak için kalacak yer sorduğumuzda köyde otel olmadığı cevabını almak bizim için şaşırtıcıydı. Özellikle Türkiye ve İran gibi misafirlerini kucaklayan ülkelerden sonra karşılaştığımız bu yeni kültüre alışmanın zor olacağını anladık.
Bazen insanların tavrına bir anlam vermeye çalıştık. Türkiye’de köylerden geçerken bizi durdurup çay ısmarlayan, evlerinde misafir eden, yedikleri yemeği bizimle paylaşan insanları düşündük, Sonra belki de dedik bu insanlarla aynı dili konuşmuyoruz, onun için biraz uzak duruyorlar, soğuk davranıyorlar. İran’da farklı dili konuşmamıza rağmen bizi yolda görüp yemek ısmarlayan, paraya ihtiyacımız olup olmadığını soran, evine davet eden insanlar geldi aklımıza. Sonra pek anlam veremedik ama yargılamayı da bıraktık, umursamamaya çalıştık. Bazı insanlar için uzaylı gibi göründüğmüzün farkındayız. Bunun yanında gelir düzeyi düşük ülkelerde turizm para anlamına geldiği için ve turistlerin parasının olduğu varsayımı hakim olduğu için insanların “burada otel yok” demelerine de hak vermeye başladık. Ama nihayetinde artık içinde bulunduğumuz bu sinir, üzüntü karışımı duyguya dayanamadık ve bir an önce Goa’ya gitmek için yarı yolda trene binmeye karar verdik.
HİNDİSTAN’DA BİSİKLETLE TREN YOLCULUĞU YAPMAK
Hindistan çok geniş bir demiryolu ağına sahip. Hemen her saat farklı yerlere giden trenler bulmak mümkün olduğu gibi, farklı tren çeşitleri de var. Üstelik tren ücretleri de oldukça makul. Goa’ya 6 saatte giden express tren bizim trene binmek istediğimiz istasyonda durmadığı için normal yolcu trenine binmek zorunda kaldık. Tabi burada en büyük soru işareti bisikletlerimiz ve çantalarımız hakkındaydı. Bisikletlerimiz yük vagonunda taşınacaktı. Çantalarımızı ise yük vagonunda taşınmaları yasak olduğu için yanımıza alacaktık.
Yük vagonunda yolculuk boyunca bir görevli olacaktı. Biz biletlerle birlikte bir de form verdiler. Bu form olmadan bisikletlerimizin alınması mümkün değildi. Buna rağmen herhalde tren yolu çalışanları da ne olur ne olmaz diye düşünerek bizim bisikletlerimizi tek başlarına bizim ineceğimiz yere kadar açılmayacak olan, mühürlü bir vagona yerleştirdiler. Hatta ertesi gün arayıp yolculuğumuzun nasıl geçtiğini de sordular. Bu arada vagonlardaki koltuklar üç kişilikti. Arada bir şey olmadığı için yatmak, yayılmak serbest.. Çantalarımızı da oturduğumuz koltuğun yanına koyduk. Sarıla sarıla gittik. Trendeki tek sorun her yerde gezen hamamböcekleriydi. Evet. Ne yazık ki bu trenler çok pis. Her delikten bir hamamböceği çıkıyor. Yerler milletin attığı çöpler yüzünden leş. Ama Hinti kardeşlerimiz buna aldırış etmeden yalınayak geziyorlar.
12 Saatlik Tren Yolculuğunun Ardından Panjim’e Vardık
12 saat süren rotarsız bir yolculuğun ardından kuzey Goa’da bulunan, ünlü büyük kiliselerin de yer aldığı Panjim’e geldik. Burada birden fazla kez karşılaştığımız bir amca bize Panjim’in güneyinde bir sahile gitmemizi önerdi. 32 kilometre dolandıktan, etrafı gördükten sonra şans eseri Fransız olan ama senelerdir Goa’da yaşayan Robert’la tanıştık. Biraz muhabbet ettikten sonra bizi evine davet etti. Güneye doğru gideceğimiz için kibarca geri çevirerek yola devam ettik.
Yolda bu sefer bir yandan bizi videoya alan bir yandan da durdurmaya çalışan Rahol’la tanıştık. En başta köylerde karşılaştığımız izinsiz video ve fotoğraf çekme hastalığı geldi aklımıza. Sonra baktık ki Rahol selam veriyor hal hatır soruyor, yumuşadık. Rahol film yapımcısıymış ve bizi Youtube kanalı için çekmek istemiş. Çok yakında oturduğunu ve iki gün müsait olacağını söyleyip bizi davet etti. Tabi ki biz de bu fırsatı tepmedik ve kabul ettik. İki gün Rahol’la kalıp Panjim’i gezdikten sonra Goa’nın kalbine, kuzeye gitmeye karar verdik. Üstelik İran’da tanıştığımız ve bir süre birlikte seyahat ettiğimiz Türk arkadaşlarımız da kuzeydelerdi.
Sabahın erken saatlerinde uyanıp Panjim’den Keri Beach denen bölgeye kadar 63 kilometre sürdük ve sonunda son derece güzel zaman geçirdiğimiz ücretsiz No Name Hostel’e ulaştık.
Güncel paylaşımlardan, seyahatlerden ve etkinliklerden anında haberdar olmak için beni Instagramdan takip etmeyi unutmayın! https://instagram.com/melkeontheroad
Yorum Bırak
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.