Yozgat Blues Film İncelemesi

Yozgat Blues Film İncelemesi

Aklıma düştün yine. Öyle bir pazartesi sabahı, güne başlarken ismini fısıldadı rüzgar. Seni düşünmekten alıkoyamadı ne bindiğim otobüsün camı ne de çok sevdiğim kaldırımlar. Aklıma düştün işte, ismin yağmur gibi. Sırılsıklam oluncaya dek açıyorum ona gövdemi. Ufalanan kelimelerimin nokta koymadan durduğu tek yer ismin. Her şey onunla başlıyor sanki. Bir kere çıktı mı dudaklarımdan, soluklanmadan tekrar ediyor yüreğim. O kadar parlaksın ki, gökyüzü simsiyah oldu, seni tanıdığım günden beri. İşte o siyahın içine yerleştiriyorum gözlerini ve bir tek bana doğuyorsun sanki. Bir tek… Benim aklıma düşüyorsun, tıpkı kalbime yerleştiğin gibi. Aklıma düştün. Çünkü hatırlamadığım bir zamanda kaybettim seni.

Kaybetmek, her şeyin bittiğine inandığımız yere nokta koymakla başlar aslında. Tıpkı kazanmak gibi. Eğer hayatın getirdiklerine virgüller ekleyerek direnç gösterirseniz, cümle hiçbir zaman sona ermez. Anlatacak bir şeyler hep vardır. Konuşsak da sussak da cümleler yazılmaya devam eder hayat defterimizde. Bu yüzden pes ettiğimiz zaman, dönüp arkamızı gittiğimiz yerde bıraktıklarımız, çabuk unutuyor bizleri. Ama anımsamak da refleks gibi. Tecrübe dediğimiz şey, hayatımızda sahip olduğumuz en sadık dosttan öte. Tekrar yaşıyoruz, tekrar kaybediyoruz, arada kazanıyoruz belki. Gülümsemek ile ağlamak arasında kalan bir sürü tepkinin ortak mahsulü ruh halimiz. Birinin bizi gördüğü yerde bir başkası farkımıza bile varmıyorsa, kendimizden fazlasını tanıyıp öğreniyoruz demektir. İşte hayat. Yenilgilerin karşısında dik duran hayalleri, vazgeçişlerin intikamını almakla görevlendirilmiş umutları ve tam “Yaptım” derken, bizden daha hızlısının yanımızdan gelip geçişini görmemizi sağlayan şu koca hayat. Aslında gözümüzde büyütsek de küçültsek de yarın, hepimiz için aynı zaman dilimi.

Peki ya sonra? Bir zaman önce ve bir zaman sonra… Geriye bir tek ses kalır. Bütün düşünceleri bastırır, duyguları özetler o sesin kulaklarımıza çarptıktan sonra beynimizde kapladığı yer. Arkadan yükselen müziği baştan çıkarır, sarılır, öper, koklar onu. Sonra içeri girer, kapıyı kapatmaz, hep aralık kalır dudaklar. Duymamak için konuşmak, dinlemek içinse derin bir sessizlik gereklidir. Bir nefesle değil ama bir şarkıyla pekâlâ kurtulabilir insan yalnızlıktan. Ses çoğalır, büyür, doldurur içimizi. Dinleriz. Adam ve kadın, bazen uzakta bazense gece kadar yakınımızda, mesela hemen pencerenin arkasında, vazgeçmezler şarkı söylemekten. O şarkılar her gün ıskaladığımız hayatı ne çok anlatır bizlere. Dedim ya, ses kalır geriye, o da dinlemesini bilene.

Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğinde, senaryosunu Tarık Tufan’ın kaleme aldığı, çok büyük bir hikâye olarak duruyor önümüzde “Yozgat Blues.” Dört farklı insanın hayatından kısa kesitler sunsa da asıl odaklandığı nokta Ercan Kesal’ın hayat verdiği, müzik öğretmeni ve ses sanatçısı olan Yavuz karakteri. Aldığı iş teklifini değerlendirip Yozgat’a giden Yavuz, yanında çalışmaya ihtiyacı olan öğrencisi Neşe’yi de götürür. Yozgat’ın “Blues” şarkılara alışması beklenildiği kadar zor olmaz olmasına ama çok kısa süre içerisinde hayatın olumsuzluklarıyla karşılaşan ikili, mecburen kaderleriyle başa çıkmaya yönelirler. Ancak her ikisinin de yöntemi farklıdır. Neşe, kendini yok saydığı hayatında hiç ummadığı anda karşısına çıkan, genç ve hayalleri ufak olan bir adamın sevgisini karşılıksız bırakmaz. Yavuz ise her gün aynada uzun uzun seyrettiği adamdan çabuk vazgeçer. Mutlu ve başarılı olmayı beceremiyorsa, en azında bunlara birisinin sahip olmasına yardım edebileceğini düşünür ve bu uğurda, o güne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğu pek çok şeyden vazgeçmekten imtina etmez.

Yavuz’un kendi hayatına dışardan bakabilmeyi becerebilen biri olması dışında taşıdığı en önemli özellik, etrafındaki insanların hayatlarına ustaca dokunmayı bilmesidir. İnsan bazen zamanın önünde açtığı engellere yenik düşeceğini anlar ama bundan kurtuluş teslim olmak değildir. En azından bir başkasının galibiyetinin önünü açabilmek elindedir ki; bu biraz da kaybederken kazanmak sayılabilir. Yani bulunduğumuz yerin ve tükettiğimiz zamanın bize kurduğu üstünlüğü pekâlâ sonlandırabiliriz. “Yozgat Blues”, aslında hem film hem de güzel bir şarkı. Kulağınızda bırakacağı melodi, sizi hep o dört insanın karamsarlık noktalarında aradıkları çıkışa götürecektir. İyi saklanan, kendini iyi gizleyen insanın havanın durumuna bakmaksızın güçlü kalabildiği bir hayat burası, yani “Yozgat Blues” evreni.

Neleri değiştirebileceğimizi anlayabilmemiz için, sahip olduğumuz mutsuzlukları yıkıp dökmeden, parçalara ayırmadan birleştirmesini öğrenmemizi gösteren bir film “Yozgat Blues.” İçinde fulü bırakılan bir şehir, yarım dinletilen bir şarkı, etrafındaki insanlardan ziyade kendisiyle mücadele eden dört insan var. Yaşama mutluluk odaklı bakıp sarılmak yerine, var olmanın tadını duyumsamak için dokunanların hikayesi biraz da. İzleyince içinizde bir göz oda, ufak bir kanepe, yeterli uzunlukta yatak örtüsü bulacağınız bir film. Unutmayın, orada pekâlâ yaşayabilirsiniz. İyi seyirler.

Kış Uykusu film incelemesi yazısının yazarı sevgili Umut Kaygısız’ı sosyal medyada takip etmek ve tüm yazılarından anında haberdar olmak isterseniz linkten sayfasını ziyaret edebilirsiniz. https://instagram.com/umut.kaygisiz.7

İlgini Çekebilir

Yorum Bırak

E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

Yeni Yazılar