Herkese merhaba. Bugün size Romanya’da sokakta uyumamla sonlanan bir hikaye anlatmak istiyorum. “Aa ne kadar değişik biri, daha hikayeye başlamadan sonunu söyledi” diye düşünenler olabilir ama merak etmeyin; zaten asıl keramet hikayenin sonunda değil gidiş yolunda. Yoksa hiç söyler miyim?
Ayrıca öyle Romanya’da sokakta uyumak dedim diye hemen gözünüzde hüzün dolu dramatik bir hikaye canlanmasın. Aksine adeta eğitici bir kıssadan hisse niteliği taşıyan “ne oldum değil ne olacağım demeli” hikayesi bu. Neyse lafı daha fazla dolandırmadan anlatmaya başlıyorum, çekirdekleri hazırlayın.
Romanya’da Hayatta Kalma Sanatı 101
Canım Romanya
Hayatımda ilk defa otostop çekerek seyahat ettiğim Romanya‘da beni bekleyen başka ilkler olduğundan henüz habersiz olduğum bir akşamüstü yanımdaki Türk arkadaşımla birlikte Braşov‘a vardık. Saat akşam 8’i geçiyordu. Hava hafif yağmurlu fakat son derece güzeldi. Seyahatimin ilk birkaç günündeydim ve Romanya’yı, insanları, otostop çekmeyi çok sevmiştim.
Bu arada tüm bunlar olurken ben hala seyahat konusunda bilgili bir insan olamamıştım. Yani şöyle bir Melike düşünün; İtalya’ya yaptığım ilk yurt dışı seyahatimden beri (İtalya yazısını okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaklar. Okumayanları göreve davet ediyorum) seyahat kültürü hala kafamda net olarak oturmuş değil. Bana her şey hala acayip büyülü geliyor ve o yüzden aşırı mutluluklar yaşıyorum. Yaptığım her şeyi ilk defa yapıyormuşum gibi nereden peydah olduğu asla anlaşılmayan bir mutluluk var üzerimde. Ne bileyim kahve otomatına 2 euro atıp kahve alıyorum inanılmaz mutlu oluyorum, park görüyorum ağaçlar ne güzel diye kendimden geçiyorum, sokakta portatif tuvalet var diye Avrupa övüyorum, Türk restoranı görünce acayip heyecanlanıyorum falan gibi birtakım kendi kabına sığmayan hareketlerim var.
Bir de Braşov öyle güzel bir yer ki sokaklarda yürüdükçe neşem katlanarak artıyor. Pollyanna gibi neşe saça saça geziyorum ortalıkta. İstanbul’da uçağa binmeden önce aklımı kaybetmeme sebep olan, en başta kalp krizi geçirdiğimi sandığım ama daha sonra panik atak olduğunu öğrendiğim rahatsızlık bile keyfimi kaçırmıyor.
Yaptığım seyahati eşsiz kılan bir diğer şey de her şeyin plansız oluşu. Bir oraya bir buraya konan sinekler (ya da kelebekler) gibi gelişi güzel geziyorum. Sanırsın bana dünyanın her yerine sınırsız giriş hakkı vermişler, üstüne de cebime harçlık koyup git gez demişler gibi bir rahatlık, öyle bir mutluluk. Evrenden park yeri isteyip boş park yeri bulduğu için secret kitapları yazan insanlar gibi de şuursuzum aynı zamanda. Asla plan yapmıyorum. Biri soruyor mesela nerede kalacaksın diye. Övüne övüne kesinlikle plan yapmadığımı ve evrenin işleri benim için ayarladığını söylüyorum. Az çok böyle bir kafa yaşıyorum yani. Plansızlıkla övünen bir insan olarak Romanya’da sokakta uyumak da özellikle planladığım bir şey değildi. Zaten sokakta uyumak neden özellikle planladığım bir şey olsun?
Nerede kalacağım ben şimdi?
Plansız olmak her ne kadar güzel olsa da getirdiği bir dezavantaj da insanın nerede kalacağını bilmiyor olması. Romanya’da gezerken nereye gideceğimi planlamadığım için önceden kalacak yer bulmam da mümkün olmuyordu. Ama gittiğim şehirlerde hep son dakikada kalacak yer bulabildiğim için bunun önemli bir ayrıntı olabileceğini hiç hesaba katmamıştım. Yine de Braşov‘a doğru yola çıktığımda Couchsurfing‘den birkaç kişiye mesaj atmıştım. Yolda geçen iki saate rağmen kimse geri dönmemişti. Ama o arada üstüme çöken rahatlığın bana verdiği yetkiye dayanarak nasılsa birileri geri döner düşüncesiyle önce yemek yemeye karar verdim. Çünkü aç ayı oynamazdı.
Bu fotoğrafı çekildiğim sırada lezzetli ve içinde ne olduğunu bildiğim ortalama bir pizza seçmeye çalışıyordum. Maşallah Safiye Sultan ciltleri gibi menü yaptıkları için yemek seçmek de epey zor oldu. Neyse pizzayı seçtik, siparişi verdik, sipariş hazırlandı, sipariş geldi derken hala gelen giden mesaj olmayınca Couchsurfing’den ümidimi kesmeye başladım. Fakat kafamın içinden “Sürüyle otel var elbet birinde yer vardır.” gibi iyimser düşünceler geçmeye devam ediyordu. Ne de olsa bu kapitalist düzende parası neyse verdiğim sürece yer bulamama ihtimalim yoktu.
Pizzamı yedikten sonra da hala mesajlarıma cevap gelmeyince trivago, hostelworld, hostels, booking, airbnb gibi uygulamalardan kalacak bir yer bakmaya başladım. Bir uygulamadan diğerine atlıyordum fakat ilginç bir şekilde baktığım her yer doluydu. Hafta sonu değildi, özel bir tarih değildi, oldukça sıradan ve basit bir akşam üstüydü. Neden yer bulamıyordum? Milyon tane arama yaptıktan sonra hala yer bulamayınca -biraz zahmet olsa da- ufak ufak endişe duymaya başladım.
Yanlış anlamayın dilenci değilim kalacak bir yeriniz var mı acaba?
İnternet araştırmalarıyla bir yere varamayınca kalkıp eski usul teker teker otelleri gezeyim dedim ama nafile. Hiçbirinde boş yer yoktu. Dışarıdan bakıldığında “kesin çok pahalıdır” imajı verdiği için uzak durduğum son otele de girip sordum. Otelde boş yer vardı.
Ama gerçekten çok pahalıydı -ki bence o yüzden boş yer vardı. Bir gece için kişi başı istedikleri ücret, duyduğunuzda iç rahatlığıyla “sokakta kalırım daha iyi” diyeceğiniz bir meblağdı. Ben de her aklı selim insan gibi öyle dedim. “Sokakta kalırım daha iyi, oteli mi satın alıyoruz?” (İngilizce söylemedim.)
Sokakta kalırız daha mı iyi?
Her ne kadar bu meblağ duyduğunuzda sokakta kalırız daha iyi diyeceğiniz bir meblağ da olsa yağışlı bir hava her şeyi değiştirebilir. Daha doğrusu değiştirmelidir ve seçim mantıklı olandan yana yapılmalıdır. Ama biz onu yapamadık… Sabaha karşı sağanak yağış gösteren hava durumuna rağmen o otelde kalmadık. Tam olarak neye güvendik bilmiyorum çünkü yağmurlu bir havada sokakta uyumak için gerekli malzemelerimiz yanımızda değildi. Çadır bir yana dursun, şemsiyemiz bile yoktu.
Bu arada tüm bu otel aramaları sırasında vakit de epey geç oldu. Saat gece 1’e yaklaşırken sokakta birkaç sarhoş, birkaç evsiz ve karıncayla ağustos böceği hikayesinde ağustos böceğinin tahtına oynayan bizden başka kimse kalmamıştı. Artık biz de uyuyabileceğimiz bir yataktan vazgeçip en azından yağmura yakalanmadan ve böbrekleri paket yapıp teslim etmeden geceyi geçirebileceğimiz bir yer aramaya koyulduk.
Tam o esnada elf gözlerim bir binanın önünde oturan üç evsize takıldı. Üç kişi oturup bir şeyler içiyor ve sohbet ediyorlardı. Evsiz olduklarını nereden biliyorsun diye soracak olursanız; bilmiyordum. Ama yanlarında her yanı yırtılmış sırt çantaları, üzerlerinde yırtık pırtık kıyafetler ve etraflarında evlerini kendileriyle birlikte taşıdıkları hissini uyandıran objeler vardı. O kılık kıyafet tam olarak nasıl tarif edilir emin değilim ama hani böyle birine baktığınızda “bu kişi evsiz biri” dersiniz ya işte onlara baktığımda ben de ‘Aha evsizler’ dedim.
Evsiz olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu
Sokakta kalma fikriyle yüzleşince temel hayatta kalma içgüdülerim devreye girmiş olacak ki atalarımın binlerce yıl öncesine dayanan topluluk olma refleksi ile ‘geceyi yalnız başımıza geçireceğimize gidip evsizlerle arkadaş olalım ve kalabalık bir grup olarak takılalım’ gibi dahiyane bir fikir geldi aklıma. Böylesinin daha güvenli olacağına neredeyse emindim. Şayet öyle olmasa atalarım da yüzyıllar boyu bunu yapmaya çalışmazdı. Bu argümanlar son derece mantıklı gelince çantalarımızı alıp yanlarına gittik.
Bizi hiç garipsemeden, arkadaş canlısı bir tavırla karşıladılar. Hatta içkilerinden ve yemeklerinden ikram ettiler. Ama ben hastalık falan bulaşmasın düşüncesiyle ikramlarını kibarca reddettim. Yanlış anlaşılmasın, evsizler hastalık taşıyor gibi bir düşüncem asla yok. Ben daha çok “insanlar hastalık taşıyor” penceresinden bakıyorum olaylara. Bu konularda epey pimpirikli bir insanım. Annemin babamın içtiği bardaktan bile içemem, Allah affetsin.
İkisi İngiliz biri de İtalyan olan bu arkadaşlar gerçekten evsizlerdi. İngiliz olan çocuk kendini bildi bileli sokakta yaşadığına; resim yapıp o resimleri satarak geçindiğine dair hikayeler anlattı. İtalyan kız pilates eğitmeniydi ama yakın zamanda İtalya’daki evini terk edip İspanya’da bir grup evsizle birlikte terk edilmiş bir binada yaşamaya karar vermişti. (Gördüğünüz gibi Avrupa’nın evsizi bile ülke değiştirerek terk ediyor evini.) Geçimini de sokaklarda çeşitli performans gösterileri yaparak sağlıyordu.
Diğer İngiliz kızın ne yaptığını çok anlayamadım. Çünkü aşırı aksanlı bir İngilizcesi vardı ve ondaki İngilizce bende yoktu. Her dediğine gülümseyerek cevap verdiğim enteresan diyaloglar yaşadık. Aslına bakarsanız bence İngiliz çocuk da dahil olmak üzere ortamdaki kimse kızın ne dediğini pek anlamıyordu ama küçük topluluğumuzu bir arada tutabilmek için söylediklerine he deyip geçiyorduk.
Evsizler bizi misafir ettiler
Biraz sohbet ettikten sonra ağzımdaki baklayı çıkarıp geceyi geçirecek bir yer bulamadığımızdan bahsettim. İlk defa böyle bir şey yaşadığımızı ve sokakta kalmaktan çekindiğimizi anlattım. Devamında da daha bir saat önce tanıştığım insanlara hayatımın en garip sorusunu sordum: “Eğer sokakta kalacaksanız biz de sizinle kalabilir miyiz?”
Ama evsizler beni hayal kırıklığına uğratan cevabı vermekte gecikmediler. Görünen o ki Romanya’da sokakta uyumak onların da planladığı bir şey değildi. Yanlarında çadırları olduğu için sokakta kalmayacaklardı; kamp yapmayı planlıyorlardı. Tabii ben bunu duyunca biraz gıcık oldum. “Sen evsizsin evsizliğini bilsene! Sokakta uyusana, çadır falan ne alaka? Çadırda kalıyorsan evsizim demeyeceksin arkadaşım; kampçıyım diyeceksin. Rengini belli edeceksin!” diye bağırdım. (İçimden) Teşekkür edip kalacak bir yer bulmak üzere yanlarından ayrılmıştık ki arkamızdan seslendiler. “Bizim iki tane çadırımız var aslında. Eğer isterseniz birini size verebiliriz.”
Bu kesinlikle kalacak yeri olmayan birine sorulacak bir soru değildi. Çünkü o esnada çadır değil çöp poşeti vermeyi teklif etmiş olsalardı bile içine sığışıp uyumaya çalışacak vaziyetteydik. Canım evsizler ne kadar da iyi insanlardı. Şunların yardımseverliğine bakar mısınız? Bu insanları yargılayanlar utanmalı. (180 derece dönmek.) Hal böyle olunca, bu konuşmadan birkaç saat sonra kendimizi üç evsizle Braşov’un parklarından birinin gizli kuytu köşelerinde telefon fenerinin yardımıyla çadır kuracak bir yer aramaya çalışırken bulduk.
Romanya’da sokakta uyumak
Sonunda bir parkta kimsenin bizi göremeyeceği bir yer bulabildik. Bizim kalacağımız çadırın pollerinden biri yoktu ama tartışacak durumda değildik. Eksik polleri taşlarla amorti etmeye çalıştık. Gecenin karanlığında el yordamıyla bulduğumuz taşları çadırın uygun yerlerine geçirerek bir şekilde ayakta kalmasını sağladık. İşin sonunda bir kişinin güç bela girebileceği iç genişliğe sahip çadıra iki kişi sığabilmiş olmanın sevinci paha biçilemezdi.
Sonuçta ne olursa olsun bu çadır, çöp poşetinde uyumanın yanında lüks bile sayılabilirdi. Dünyanın en rahat konaklaması değildi belki ama sonuç olarak gece bizi soğuktan ve yağmurdan koruyan bir yerde uyumuş olduk. Böylece Romanya’da sokakta uyumak da zaten hiç girmediği yapılacaklar listemden sonsuza kadar çıkmış oldu.
Sabah uyandığımızda bizimle çadırlarını paylaşan arkadaşlarımıza kahvaltı ısmarlamayı teklif ettik ama istemediler. Kendilerine veda edip yanlarından ayrıldık. Ertesi gece bulunduğumuz yere 2 kilometre uzaklıkta Braşov’un turistik olmayan bir bölgesinde son derece güzel ve ucuz bir otel bulup geceyi orada geçirdik. Bu hikaye de plansız olmanın keyifli bir deneyim yaşama fırsatına dönüştüğü güzel hikayelerden biri olarak hayatımızda yerini aldı.
İşte bu da böyle bir anımdı. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Eğer yazının giriş kısmında bahsettiğim ilk yurt dışı seyahatim olan İtalya maceramı okumadıysanız onu da okumanızı tavsiye ediyorum. Bundan çok daha kısa ve görsellerle desteklenmiş bir yazı olduğunu da eklemeden geçmemeyim. Bir başka hikayede görüşmek üzere sevgiler!
Seyahat ederken sokakta kalmamak için “Konaklama Hakkında Dikkat Edilmesi Gerekenler” yazısına göz atabilirsiniz.
Not: Yazıda bahsi geçen arkadaşların evsizlik durumları kendi seçimlerinden ileri gelen bir evsizlik. Hepsinin iyi kötü eğitimi, işi gücü, aileleri ve para kazanma imkanları var. Ancak kendileri böyle bir hayat yaşamayı tercih etmişler. Merak edenler olursa diye açıklamak istedim.
Güncel paylaşımlardan, seyahatlerden ve etkinliklerden anında haberdar olmak için beni Instagramdan takip etmeyi unutmayın! https://instagram.com/melkeontheroad
8 Yorum
Hakan Özbek
13 Mart 2020, 13:38Elinize sağlık yine güzel bir sohbet dinler gibi ( Her ne kadar kötü bir deneyimi anlatsanız da ) keyifle okudum yazınızı. Tebrikler.
CEVAPLAMelke@Hakan Özbek
15 Mart 2020, 14:06Teşekkür ederim yorumunuz için 🙂
CEVAPLAJankad_travel
13 Kasım 2020, 13:56Harikasın..
CEVAPLAdilek akdoğan
17 Temmuz 2021, 13:52Yazınıza bayıldım çok içten ve bir o kadar da deneyimlerinizi bize yaşattığınız bir blog yazısı okudum ve severek de okumaya devam.
CEVAPLAMelke@dilek akdoğan
17 Temmuz 2021, 17:43Çok teşekkür ederim 🙂
CEVAPLABora
29 Temmuz 2024, 22:08Güzel espriler, teşekkürler
CEVAPLAMelke@Bora
3 Eylül 2024, 22:25Merhaba, vakit ayırıp yorum bıraktığınız için teşekkürler 🙂 Bu vesileyle ben de sizin blogunuzu inceleme fırsatı buldum. Meksika yazınıza bayıldım. Yeni yazılarınızı okumak dileğiyle.
CEVAPLABraşov Gezilecek Yerler | Braşov Gezi Rehberi | Melke On The Road
21 Eylül 2024, 13:14[…] Gelelim şimdi Braşov’u gönlümün kahramanı yapan asıl hikayeye. Braşov’a Bükreş’ten otostop çekerek geldim. Yol sandığımdan daha uzun sürünce konaklama konusunda da hiç beklemediğim bir deneyim yaşadım. Merak edenler hayatımın en güzel hikayelerinden biri olan bu anıyı buradan okuyabilir: Romanya’da Nasıl Sokakta Uyudum? […]
CEVAPLA